Dr. Tarrasch’ın “Modern Satranç Partisi” Gerçekten Modern Anlayışa Karşılık Geliyor Mu?

Modern ve Modern Olmayan Satranç Hakkında Yeni Düşünceler

A. Niemzowitsch

Dr. Tarrasch tarafından yukarıdaki başlık altında yayınlanan oyun derlemesi aslında özgün bir biçim içerisinde açılışlara dair eleştirel bir ders kitabı oluşturuyor.

Dr. Tarrasch bu eserde üzerinde çalıştığı -ve iyi seçilmiş- şema çerçevesinde (kendisi tarafından yorumlanmış) partileri açılışlara göre grupluyor ve bu gruplandırma içerisinde de önce yetersiz oyun tarzlarından başlayarak giderek daha iyiye giden ve nihayetinde “tek bir doğru” oyun tarzıyla bizi hoş bir şekilde şaşırtarak sonlanan bir usul izliyor.

Kitabın çok satmasını gönülden dilerim: kitap bir sistem ve sarihlik içeriyor.

“Modern Satranç Partisi” 1916, 2. Baskı

Buna karşın bana öyle geliyor ki Dr. Tarrasch’ın anlayışı hiçbir şekilde daha yeni ve gerçekten modern olan anlayışla -tam olarak- örtüşmüyor.

Dr. Tarrasch bizim için her şeyden önce “300 Satranç Partisi”nin yazarıdır ve öyle kalacaktır. Kamuoyunun kurallı ve sıkı bir mantığa dayanan bilgilere olan ihtiyacını ilk olarak hesaba katan odur. Ondan önce yorum alanında sunulanlar ya bir varyant yığınıydı, yani fazla yüzeyseldi, ya da fazla derindi (Steinitz!!), zira bu sonuncusu da bir hatadır.

Steinitiz’in aslında tek hatası vardı o da kendi neslinden en az 50 yıl ileride olmasıydı! Bu yüzden “barok” olarak nitelendirilerek haksız bir üne kavuştu ve tamamen dayanaksız fakat bugün son derece yaygın olan bu görüşün kaynağının tam da kendisinin popülerleştiricisi Dr. Tarrasch olması ilgi çekicidir.

Wilhelm Steinitz (1836-1900)

Fakat “300 Satranç Partisi”ne dönersek, Dr. Tarrasch’ın bu kitapta çok az özgün şey sunmasına karşın, zira fikirler Steinitz’e aitti, kitabı kısmen de olsa klasik olarak nitelendirmek isterim! Ve bunda da haklı olduğuma inanıyorum!  Anlayışta öyle bir doğrusallık var ve oyunun açık hat veya merkez gibi kadim elemanları tek tek o kadar ideal bir şekilde diğer motiflerden arındırılarak sunuluyor ki yukarıdaki nitelemem tamamen haklı olarak görülmeli!

Açık c-hattının kullanımı (veya basitçe açık bir hattın) (von Scheve’ye karşı olan parti) , sebepsiz yere ve yeterli piyon koruması olmadan fazla ilerlemiş piyon merkezinin (e4 ve d5) parçalanması (Metger ile olan parti) yahut çift filin kullanımı, rakip atın sıkıştırılması için piyonların karakteristik bir biçimde sürülmesi (Richter’e karşı) gibi konulara dair tipik ve öğretici örnekleri bu mükemmel kitapta fazlasıyla buluyoruz.

Fakat özellikle de Dr. Tarrasch’a göre koşulsuz bir şekilde daima kınanmayı hak eden merkezin “bırakılması”na dair uyarıcı mahiyetteki örnekleri.

Bu noktada, başka şeylerde de olduğu gibi, Tarrasch ödün vermez bir doğrusallıktadır, tutarlılık demiyorum, çünkü bu ikisi aynı şey değil. (Doğrusallık: görünüşte tutarlılıktır, diyebiliriz ki göz için tutarlılıktır, araştırmacı bir ruh için değil)

Ama satranç oyunu şimdi karşılaştırılamayacak ölçüde daha karmaşıktır, satranç anlayışı derinleşmiştir! Yeni fikirler kendilerini kabul ettirmeye çalışmaktadır…Birçok şeyde, özellikle de “merkezin bırakılması” noktasında, artık eskisi kadar katı ve demek isterim ki ortodoks olunmamaktadır.

Fakat Dr. Tarrasch yeni görüşlere soğuk ve mesafeli duruyor, bu kendini yeni kitabı “Modern Satranç Partisi”nde de eksiksiz bir şekilde gösteriyor. Örneğin Fransız Savunması hakkında bize ne diyor, bir bakalım. (Sayfa 359-385) Bilindiği üzere bu açılışta merkez problemi diğer bütün hususları gölgede bırakan esas problem olarak karşımıza çıkar. e5-d4-c3 ve karşısında f7-e6-d5 ve nihayetinde c4 piyon zincirlerinin olduğu kapalı oyun, dxe4 alışı ile belirlenen oyun tarzı veya son olarak exd5 exd5 ile oluşan Kırışma Varyantı da söz konusu olsa merkez problemi hep ön planda yer alır!

Bu bahsettiğimiz problem 3…dxe4 varyantında özellikle somut bir biçimde kendini gösterir. Bu oyun tarzı yirmi seneden fazladır, merkezin rakibe hediye edilmesi diye tutturan bütün püristlere rağmen, sevgi ve emekle gelişmektedir. Ve b6 (Rubinstein) fikrinin -iyileştirmesinin- keşfiyle birlikte büyük de bir başarıyla, ki bu fikir 3. Ac3’ün değerini şüpheli kılmaktadır ve beni -yine bütün püristlere rağmen- büyük başarılar elde ettiğim 3.e5 oyun tarzını yeniden canlandırmaya sevk etmiştir!

Yeni kitabında Dr. Tarrasch 3…dxe4 ile başlayan derin oyun tarzını tamamen görmezden gelerek kendini tüm püristlerin tepesinde konumlandırıyor! Buna dair sunduğu tek partinin [1.e4 e6 2.d4 d5 3. Ac3 dxe4? (Soru işareti Dr. Tarrasch’a ait) 4. Axe4 Fd7 (No: 187) (Bilindiği gibi doğru hamle 4…Ad7’dir)] modern dxe4 oyun tarzıyla tek ortak noktası dxe4 hamlesidir, arkasında yatan fikir değil. Yığınla materyalin arasından (sadece Rubinstein’ın bu varyanttaki görkemli zaferlerine işaret etmek istiyorum) renksiz bir hamle olan Fd7’li bu partiyi seçmiş olması da zaten her şeyi açık bir şekilde gösteriyor.

Merkezden bir piyonun kaybolmasına izin vermekle (dxe4) merkez bırakılmış olmaz!

Diyagram I

3…dxe4 sonrası konum

Merkez kavramı çok daha geniştir! Deutsche Schachzeitung 1912’deki Niemzowitsch- Salwe partisine dair yazdıklarım okunmalıdır.

Elbette merkez inşası için piyonlar, en stabili oldukları için, en uygun taşlardır, fakat merkeze yerleşmiş aletler de piyonların yerini gayet iyi doldurabilirler. Ve uzaktan etki eden kale ve fillerle rakip merkeze uygulanan baskı da bir o kadar önemli olabilir!

Gerçekten modern olan ve özellikle de bendeniz tarafından temsil edilen görüş budur!

Dr. Tarrasch ama dxe4’ü bir soru işaretiyle geçiştiriyor: “Merkezin bırakılması!”

Buna karşın merkezde ayağı yere daha sağlam basan taraf (d5!) d-hattı ve fili için b7-h1 diyagonaline sahip Siyahlardır! “Merkezin hediye edilmesi”ne rağmen!

Tarrasch’ın bu doğrusallığının konumsal oyuna yeni başlayanlar için eğitici önemini yadsıyamam. İlerlemiş oyuncular ve kendi kendine ilerlemeye çabalayanlar içinse bu bir engel teşkil etmektedir.

3…dxe4 varyantı hakkında bu kadar.

Şimdi 3.e5’e bakalım. Benim tarafından yeniden tedavüle sokulmuş bu hamle (Skor +9 -0 =1) Dr. Tarrasch’ı memnun etmiyor. Leonhardt’a karşı olan partimi sunuyor ve şöyle yazıyor: “5.c3 daha doğruydu. Ama Bay Niemzowitsch (Nazik “Bay” hitabına dikkatinizi çekerim A.N.) kesinlikle doğru oynamadığı gibi doğru oynamaya da çalışmıyor. Yine de O satrançtaki en orijinal kişiliklerden biridir -fakat kimse onu örnek almamalıdır-“ (Sayfa 383, Niemzowitsch  – Leonhardt partisi, 5.hamle) Çok dikkate değer bir husus ise şu: Dr. Tarrasch yıllar önce Marshall hakkında da Vezir Gambiti’nin c5 varyantında e4 yeniliği nedeniyle neredeyse kelimesi kelimesine aynı şeyleri yazmıştı. (Lokalanzeiger) Bir “örnek alınma”dan bahsedildiğini tam olarak hatırlayamıyorum ama “doğru olmayan” “doğru oynamaya çalışmayan” “yine de özgün” gibi tabirler tıpatıp uyuşuyor.

Öyleyse soruyorum, kendisi böyle bir karakter çizme sanatına haiz iken, Leonhardt’ın da vurguladığı gibi, satrançta zıt kutupları teşkil eden bizi -Marshall ve beni- nasıl olur da aynı sözcüklerle tasvir eder?

3.e5’in altında yatan ve benim bulduğum, dolayısıyla da bu hamlenin fikri mülkiyetinin bana ait olduğu yönündeki iddiamı haklı çıkaran, felsefi temel şöyledir:

e5 hamlesiyle Beyaz saldırısını d5 noktasından “Bir saldırı hedefi ilk önce sabitlenmelidir.” yasası uyarınca e5 ile hareketsiz hale getirdiği e6’ya kaydırır. Her iki taraf için de kısıtlayıcı etki yapan bir piyon zinciri meydana gelir. Bu durumdaki doğal uğraşı rakibin bizi kısıtlayan piyon zincirini tahrip etmektir; bu saldırılar “zincirin ayağı”na  yöneltilmelidir, Siyah tarafından d4’e, Beyaz tarafından e6’ya karşı, parola budur! (c7-c5 ve diğer tarafta f2-f4-f5) Ayrıca Siyah da d4’e olan saldırısını c3’e kaydırabilir (c5-c4 ile c3 piyonunun sabitlenmesi ve sonrasında b7-b5-b4 vs.), benim ortaya attığım bir yasaya göre: “Bir piyon zincirine saldırı zincirin bir parçasından diğerine kaydırılabilir.”

Peki ama saldırının kaydırılması için doğru an ne zamandır?

Bunu değerlendirmek fazlasıyla zordur ama genellikle konum bazı ipuçları içerir.

Diyagram II

1.e4 e6 2.d4 d5 3.e5 sonrası konum

e4-e5 hamlesi 3. hamlede gerçekleşmelidir çünkü bu kaydırmayı e5’in f6 atına hücum ederek tempo kazancı sağlayacağı bir ana erteleme eğilimi temelden yanlıştır. Ve şu sebeple:

Siyahın şah kanadındaki kısıtlanmasının belirtisi atın f6’ya erişememesidir. Fakat Beyaz bir an için bile olsa buna izin verirse f6 noktasının nimetlerinden atı faydalandırmış olur, yani atın f6 üzerinden avantajlı bir şekilde oyuna girmesini sağlar ki bundan sonra -siyahın- kısıtlılığı büyük kısmı itibariyle ancak bir illüzyon olarak görülmelidir.

Ben kuşkusuz bir “gambit oyuncusu” değilim ama mutlak olarak yürütülen kısıtlama politikası (yani 3. hamlede e4-e5) bir piyon kaybını gerektiriyor!

Spielmann ve Leonhardt’a karşı piyon fedalarım (San Sebastian 1912) bu tamamen yeni bakış açısından değerlendirmeli.

Bay Dr. Tarrasch’ın bu yeni ve kesinlikle modern bakış açısından ne kadar uzak olduğunu bize yukarıda alıntılanan ve görünüşe göre beni bir gambit oyuncusu olarak damgalamak isteyen yorumu gösteriyor!

Ayrıca Ab1-c3 belirtildiği üzere 3…d5xe4! yüzünden de yetersiz.

Ve şimdi alışılageldik varyanta, 3. Ac3 Af6 4. Fg5 Fe7 5. e5 Ad7 6. Fxe7 Vxe7, gelelim.

Burada Dr. Tarrasch Alapin’in adını bir kez olsun bile anmama konusunda adeta bir sanat eseri meydana getiriyor! Alapin’in bu varyantta sadece kendine özgü ve dahice bir üretkenliğe sahip olduğu düşünülürse bu gerçekten etkileyici!

Alapin’in harika başarıları -sadece f7-f6 (7.Ab5 Ab6 8.c3 a6 9. Aa3 f6) varyantına veya f4 piyonunun f5 ile bloke edilmesinin ardından stratejik olarak mükemmel Ab8-c6-d8-f7 manevrasına ve sonrasında g7-g5 fikrine dikkat çekerim- şüphesiz sonraki araştırmaların temel taşını oluşturuyor ve her kim bunu sessizlikle geçiştiriyorsa kendisi ve nesnelliği hakkında kötü bir sınav vermiş demektir.

Semyon Alapin (1856-1923)

Dr. Tarrasch tarafından buna benzer başka bir sevgi dolu muameleye Svenonius’un normal varyanttaki fikri de maruz kalıyor: 1.e4 e6 2.d4 d5 3. Ac3 Af6 4.ed ed ve şimdi Fg5, Fd3 ve Ae2, ki çok kuvvetli gibi görünüyor. Dr. Tarrasch bundan tek bir kelimeyle bile bahsetmiyor.

Fransız Açılışı’na dair tüm yazdıkları arasında sadece Tarrasch-Teichmann ve Tarrasch-Lowtzky partilerinin yorumlarındaki görüşlerini teorik olarak değerli olarak addedebiliriz. Burada alışıldık 4. Fg5 varyantının Rubinstein tarafından gösterilmiş saf pozisyonel şekilde, agresif bir şekilde konumlanmış d3 filinden vazgeçerek merkezi daha sonra figürlerle en etkili bir şekilde işgal etmek adına “teslim eden”, bir ele alınışı söz konusu. Bu prensipler bize gayet yatkın ve benim de çok önce, 3.e4-e5 varyantında olmak üzere, Karlsbad 1911’de Salve ve Löwenfisch karşısında muzafferane bir şekilde uyguladığım prensipler,.

Tabii ki Fransız’daki doğru stratejiye dair Dr. Tarrasch’ın bu kısa ve aforizmavari yorumları oldukça önemli varyantlar olan I 3…dxe4! II. 3.e4-e5! III. Ac6: Alapin IV: Svenonius varyantlarının eksik veya yanlış çizilmiş eskizlerini telafi etmiyor.

Şimdi İspanyol’a gelelim. (3-113) Yine aynı manzara! Merkezin hediye edilmesine dair panik bir korkuyla bağlantılı olarak merkezin önemine dair (daha doğrusu merkezin piyonlarla ele geçirilmesinin) yine aynı ölçüsüz abartı.

Bu görüş tarzının eksik ve yanlış anlamalara yol açacak bir “merkez” kavramı anlayışına dayandığını önceki kısımda açıkladık.

Bu görüş tarzının direkt bir sonucu da “sıkışık” savunmanın (Tarrasch 3. Fb5 d6 Steinitz Savunması’nı bu şekilde adlandırıyor) Tarrasch tarafından lanetlenmesi. Zira bu savunmanın merkezin teslimiyetine götürebilecek olması bile Tarrasch tarafından kınanması için yeterli.

İspanyol’daki “yetersiz” savunmaların perdesini bu sefer Steinitz’in oyun tarzı -a6’lı veya a6’sız- d7-d6(?) (Soru işareti Dr. Tarrasch’tan) açıyor.

1.e4 e5 2. Af3 Ac6 3.Fb5 a6 4. Fa4 Af6 5. 0-0 Fe7 6. Ke1 d6 7. Fxc6+ bxc6 8. d4 exd4 9. Axd4 Fd7 (Bkz. Diyagram III) hamlelerinden sonra Dr. Tarrasch “birçok olası hücum için kullanılabilecek için daha serbest bir oyuna sahip olması” nedeniyle beyazın oyununu tercih ediyor. (Sayfa 14, Parti 18, Hamle 8)

Diyagram III

Eğer Dr. Tarrasch, dışsal ve anlamsız özelliklere göre -gerçekte merkezdeki karakteristik durum tarafından belirlenen- konumun içsel değeri hakkında hüküm vermeseydi, asla ve kat’a beyazın konumunu tercih etmezdi.

Şimdi bu konumu içsel değeri bağlamında inceleyelim.

Öncelikle bu pozisyonun çekirdeğini oluşturan formülü not edelim: Beyaz: e4, f Siyah: d6-c6-c7 f. Bu formül bize Siyahın f5 veya d5 yoluyla e4 merkezinin altını oymaya yönelik eğilimini gösteriyor, ayrıca doğal operasyon üsleri olarak Siyah için e-hattı ve Beyaz için d-hattını görüyoruz. Siyah e5’e -ki bu d6 piyonu tarafından oluşturulan ve e-hattında sonraki operasyonlar için bir üstür- sağlamca yerleşecek. Beyazın buna koşut çabası, yani e4 tarafından oluşturulan d5 dayanak noktasını işgal yoluyla d-hattını kullanmaya çalışmasının ise karşısında Siyahın c6 piyonu bir engel olarak bulunmakta.

Buradan da anlıyoruz ki Siyah e-hattına Beyazın d-hattına uygulayacağından daha büyük bir etkide bulunabilir, yani Siyah Beyazın merkezine Beyazın Siyah merkeze uyguladığından daha büyük bir baskıya sahiptir.

Ayrıca belirtmeli ki kompakt d6, c6, c7 kütlesi rakibin vezir kanadına yönelik geliştirilebilir bir kuvvete sahip. (Örneğin b3 piyonuna karşı c5 ve a5)

Buna göre verilen konumda Beyaz için bir üstünlükten söz edilemez ki bu Lasker-Janowski ve Lasker-Schlechter maçlarındaki oyunların gidişatlarıyla da ikna edici bir şekilde gösterilmiştir.

Her hâlükârda bu zor konumu “daha serbest oyun” gibi bir sloganla kestirip atmak istemek modern gereklilere uymamaktadır!

Bizim günümüzde yapmaya çalıştığımız, bir konumun çekirdeğinden yola çıkan derin bir analizdir. Buna karşın “daha serbest, daha rahat oyun vs. vs.” gibi sloganlar işimize yaramaz!

Çarpıcı bir örneği daha sunmaktan kendimizi alamıyoruz:
1. e4 e5 2. Af3 Ac6 3.Fb5 a6 4. Fa4 Af6 5. 0-0 Fe7 6. Ke1 d6 7. c3 Fg4 8. d4 Ad7 9.d5 hamlelerinden sonra (Bkz. Diyagram IV) (Lasker-Janowski, Sayfa 53) Dr. Tarrasch kendi bakış açısı için fazlasıyla karakteristik şu yorumda bulunuyor: “Bu hamle (d4-d5) eğer Siyah sonrasında f7-f5 ile bir karşı saldırı başlatabiliyorsa hemen her zaman kötüdür.” Bu temelden yanlıştır. f7-f5 hamlesi d5 ilerleyişine karşı sadece doğal bir tepki olarak görülebilir ve bundan hiçbir şekilde korkmaya gerek yoktur. Konumun tabiatını dikkate alan küçük bir analiz bizi buna ikna edecektir!

Diyagram IV

d4-d5 hamlesiyle Beyaz (Fransız’da e4-e5 hamlesinde olduğu gibi) saldırısını e5’ten -c3,c4,c5 hamleleriyle başlatmak isteyeceği- d6’ya kaydırır, buna karşılık rakibine kendi zincirine f7-f5 ile saldırı şansını verir. (Fransız’da c7-c5)

Beyazın bu saldırı ile dezavantajlı bir duruma düşmek zorunda olduğunu gösteren hiçbir şey yoktur, buna Dr. Tarrasch’ın “teorisyen” olmasına karşın dikkate aldığı tek şey gibi görünen turnuva pratiği de dahil.

Yukarıdaki partideki d4-d5 sürüşünden sonra diyagramdaki pozisyon oluştu. (Diyagram V)

Diyagram V

Beyazın 22. hamlesinden sonra oluşan konum

Konumun fazlasıyla geliştiği görülüyor: Beyaz c5 sürmeye hazırken Siyah da f-hattında operasyonlara başlamayı düşünüyor. Ancak bu hattın açılması, f7-f5 sürüşünün sağladığı tek şey. Beyazın merkezi -ki en önemlisi bu- en ufak bir hasar almadı. Gerçi Beyaz merkezi “teslim” etmek zorunda kaldı, ama diğer at tarafından desteklenen e4 atı piyonunun yerini tamamen dolduruyor ve tahtadaki bütün yönlere hükmeden bir etki yapıyor!

Lasker’in partiyi buna karşın kaybetmesinin d5 sürüşüyle bir ilgisi yok.

d4-d5 ile ilgili olarak, burada Maroczy’nin birçok harika partisi arasında ince bir strateji uyguladığı bir tanesinin eksikliğini çekiyoruz: “Korkutucu” f5 sürüşüne karşı cüretkar piyonu alarak yanıt vermişti, üstelik de g6’daki arkadaşı tarafından etkili bir şekilde korunduğu halde! Sonrasında tahtada kesinlikle görkemli görünen e5-f5 piyon yapısı oluşmuştu!

Ama piyonlar kısa bir süre “askıda” kaldılar ve bu da onları sistematik olarak kuşatıp imha etmek için Maroczy’ye yetti!

Géza Maróczy (1870-1951)

Fakat bu derin ve fazla dikkat çekmeyen oyun planı sabit fikirli (doğrusal) doktorun hoşuna gitmiyor. Zaten gerçekte de Macar büyükustanın az sayıdaki partisini inceliyor.

“En iyi savunma” 3…a6 4.Fa4 Af6 5. 0-0 Axe4 (!) (Ünlem işareti Dr. Tarrasch’a ait) varyantına dair de bir şeyler söylemek gerekiyor. Schlechter’in Axd4 yeniliği (Axe4’ten sonra 6.d4 b5 7.Fb3 d5 8. a4? Axd4) a4 hamlesinin değerini gerçekten tartışmaya açtı ancak Beyazın oyun tarzının kuvvetinin kaybolduğu henüz söylenemez! Beyazın oyunun kuvveti -sadece ekstra bir “özgürlük” daha anlamına gelen- a-dikeyine sahip olmaya değil 8.dxe5 Fe6 sonrası e5 piyonunun konumu ve Ad4 ile c7 piyonu geri kalacağı için rakibi adına hoş olmayan bir konuma ulaşma olanağına dayanıyor. (Örneğin 9. Ad4 Axd4 10.cxd4) Ayrıca zaten Bay Malkin de “Schachwelt”te detaylı analizlerle destekleyerek Dr. Tarrasch’ın Axe4 oyun tarzına olduğundan fazla değer biçtiğini belirtmişti.

Şimdi geçmek istediğimiz Dört At Oyunu’nun ele alınışında Rubinstein’ın oyun tarzını, 4…Fc5 5. Axe5 Ad4 (Tarrasch – Rubinstein, San Sebastian 1912), bulamıyoruz, tıpkı Ac6-e7 varyantını rehabilite etmeye herhalde yeterli olan ve ilk defa Spielmann tarafından Hamburg’ta Tarrasch’a karşı başarıyla kullanılan oyun tarzı gibi. Ayrıca zaten genel olarak sempati toplamasına karşın (örneğin Capablanca benden alıp kullandı) benim tarafından yeni bir temele oturtulan ve yeni varyantlarla birlikte ileri sürülen 6. Fxc6 varyantının fazla dikkate alınmayışı da dikkat çekici.

Ve şimdi Vezir Gambiti.

Dr. Tarrasch’ın İspanyol, Fransız ve Dört At Oyunu’nu ele alışında şikayet edecek bazı noktalar bulduysak da burada kendisini kayıtsız şartsız övmeliyiz. Sınıflandırma gayet açık, anlayış Dr. Tarrasch’ın bilinen keskinliğinde ve partilerin seçimi benzer şekilde üst seviyede.

Sadece bir şey anlaşılır değil: neden Dr. Tarrasch bugün de içinde birçok yeni olanaklar barındıran ve tam da şimdilerde yeniden modern olan 1.d4 d5 2.c4 e6 3. Ac3 Af6 oyun tarzını “ortodoks” olarak nitelemekte ısrar ediyor? Ve neden diğer taraftan kendisinin bulduğu, monoton ve kısır oyunlara götüren ve bugünlerde artık rafa kaldırıldığını söyleyebileceğimiz 3…c7-c5 varyantını “modern” olarak niteliyor?

Kendi kendime soruyorum, c7-c5(?)’te olduğu gibi satranç sanatının tüm kurallarına uygun bir şekilde durdurulmuş -b2 filine dikkat çekerim- ve g2’deki diğer fil tarafından en acı bir şekilde sabitlenmiş bir izole piyon elde edilen bir varyantı seçmek kime çekici gelebilir? Bu, Beyazın (1.d4 d5 2.c4 e6 3. Ac3 c5? 4. cxd5 exd5 5. Af3 Ac6 6. g3 Fe6 7. Fg2 Fe7 8. 0-0 Af6 ve şimdi eğer istenirse b2-b3) hamlelerinden sonra -alçakgönüllü taleplerle- rahatça erişebileceği üstünlüklerin en azıdır.

Diyagram VI

Beyazın 9.hamlesinden sonraki konum

Artık fazlasıyla modern addedilen ve Dr. Tarrasch tarafından haksız yere “ortodoks” olarak nitelendirilen 3…Af6 varyantı Siyaha güvenli bir gelişim, sağlam bir oyun ve kuvvetli bir inisiyatife erişebileceği bir oyun sunarken bu varyant -3…c5- herhangi birine çekici görünebilir mi?

3…Af6’ya karşı yönelen argümanların çaresizliğinin bir itirafı olarak şunu görüyorum:  (1.d4 d5 2.c4 e6 3.Ac3 Af6! 4. Fg5 Fe7 5. e3 Abd7 6. Af3 0-0 hamlelerinden sonra Beyazın tüm bu “serbest oyun”, “Tempo kazancı”, “hızlı gelişim” gibi kavramlarda gelişme kat etmesine karşın artık ne yapacağını bilemediğini görüyoruz: 7. Fd3 dxc4’ten sonra tempo kaybeder, 7. Kc1 diğer birtakım sebepler nedeniyle yerinde bir hamle değildir ve Vc2 -son mazaret- Teichmann tarafından sayısız partide denenmiş güvenli 7…c5! (Şimdi bu hamle yerindedir) 8. 0-0-0 Va5! yöntemine izin verir.

Yine gayet eski ama hiçbir şekilde eskimemiş b6’lı oyun tarzının da kendine has faziletleri vardır, Pillsbury-Schlechter (Hastings 1895) partisine bakılabilir.

Vezir Gambiti’ne karşı düzensiz bir savunma tarzı da günümüzde moderndir, sadece Dr. Tarrasch tarafından üvey evlat muamelesi gören Hollanda’yı ve Hanham Varyantı’nı belirtmekle yetiniyorum.

Bu sonuncusu Bay Dr. Tarrasch’ın içine dert olmuştur. Üzerine adeta ant içtiği serbest taş motifinin doğru piyon konfigürasyonu prensibinin altında konumlanmasına tanıklık etmeye katlanamaz.

Ama günümüzün pratiği burada da onu haksız kılıyor: son zamanlarda bu derin ve belki biraz da riskli oyun tarzı Capablanca’da kendine yeni bir destekçi bulmuştur. Bütün ders kitaplarında yer alan ve “Hanham” için klasik ve model bir parti olan Teichmann-Niemzowitsch, San Sebastian 1911’i de “Modern Satranç Partisi”nde nafile aradık.

Nihayet Caro Kann ve 1.e4 d5 İskandinav hakkında birkaç kelime.

İlki için Dr. Tarrasch “1…c6 gelişime katkıda bulunmadığı” için “kesinlikle doğru değil” diye açıklıyor, yani açılışların değerlendirilmesinde Dr. Tarrasch tarafından sevilen yine aynı modern olmayan ve işe yaramaz kriter!

1…c6 hamlesi e4’ün erken olduğunu kanıtlamaya yönelik hırslı bir planı içerir, en azından bu benim açılışı temellendirdiğim -derin- plandır. 1…c6 hamlesinin mucitleri bu hamlenin tam olarak önemi ve etkisinin farkındalar mıydı sorusunun bir cevabı olmayabilir ama bu açılışın bir geleceği olduğu kesindir.

Benim devrimci bir etki bırakan yeniliğimi düşünmek yeterlidir: 1.e4 c6 2.d4 d5 3. e5 Ff5 4. Fd3 Fxd3 5. Vxd3 e6 6. Af3 Vb6 7. 0-0 (Bkz. Diyagram VII) Va6, yani onyıllardır sağlam bir şekilde yerleşmiş c5 planından beyaz karelerin zayıflamasını -Fd3’ün değişiminin bir sonucu- vakit kaybetmeden kullanmak için vazgeçiş ve burada Caro-Kann’ın nasıl gelişime açık olduğu da fark ediliyor!Bütün bunlara dair Dr. Tarrasch’ta bir kelime bile yok!

Diyagram VII

Beyazın 7.hamlesinden sonraki konum

Dr. Tarrasch Caro-Kann’a dair sadece üç parti sunmasına karşın İskandinav Açılışı’na dair on (!) örnek ortaya koyuyor! Bir tanesi yeterdi, Rubinstein’ın Lasker’in reçetesini takip ederek 1…d5’i tamamen ve ebedi olarak yerle bir ettiği Rubinstein-Bernstein San Sebastian 1911 partisi! Ama tabii ki tam da bu parti ve bu partiyle birlikte okuyucunun yayıncıdan haklı olarak talep edebileceği kabataslak da olsa bir yol haritası eksik.

Akiba Rubinstein (1882-1961)

Caro-Kann ve İskandinav arasında bir karşılaştırma ilginç olabilir, her ikisi de e4’e karşı yöneliyor ama ilkinde c7-c6 ile sonraki d5 sürüşüne gerekli kuvvet kazandırılırken ikincisinde “gelişim temposu” kaybetmemek adına 1…d5 oynanıyor fakat Siyah adına elde edilen tek başarı serbest ama kayıp bir oyun oluyor!

Bir dizi değişik açılışa dair Dr. Tarrasch’ın anlayış ve görüşlerini artık öğrenmiş bulunuyoruz. “300 Satranç Partisi”ni klasikliğe terfi ettiren “doğrusallığını” takdir etmek için fırsat da bulduk ama aynı zamanda Dr. Tarrasch’ın bu “doğrusallığı” sıklıkla sığ ve yüzeysel özelliklere dayanan yargılara varmak için kullandığını da gördük.

Merkez stratejisine dair dar sınırlara hapsolmuş anlayışının modern görüşlere uymadığını ve yine aynı şekilde konumun karakterini çizen ve hatta onu yaratan piyon konfigürasyonunu (özellikle de merkezde) kendisi için alışılageldik biçimde dikkate almadığını etraflıca görmüş buluyoruz. Bu noktadan yola çıkarak “serbest oyun”, “sıkışık savunma” gibi sloganları satranç felsefesinin doğal gelişimini engelleyici bir etki yapmaları nedeniyle reddetmek zorundayız. Özellikle de Dr. Tarrasch’ın merkezde piyon sayısının azalmasının “merkezin teslimiyeti” anlamına geldiği şeklindeki görüşüne hiçbir zaman dostane bakamayacağımızı vurgulamak zorundayız.

Bu eksiklikler bir kenara bırakıldığında kitap birçok mükemmel şey sunuyor. Satranç literatürü “Modern Satranç Partisi” ile şüphesiz modern olmayan fakat son derece ilginç ve tavsiyeyi hak eden bir kitap kazanmış ve zenginleşmiştir. Özellikle konumsal oyuna yeni başlayanlar “doğrusallığı”ndan faydalanarak oyunlarını kuvvetlendirebilir ve uzmanlar için de Dr. Tarrasch’ın yeni eseri kesinlikle birçok değerli ve ilginç fikir sunuyor.

Wiener Schachzeitung 1913 Mart-Nisan sayısı


Nimzowitsch – Tarrasch Düellosu – II

Birinci bölümde Nimzowitsch’in oyun tarzı hakkında Dr. Tarrasch’ın Berliner Lokalanzeiger’deki köşesinde kaleme aldığı yorumlara cevaben Rigalı satranççının Deutsches Wochenschach’ta yayınlattığı açık mektubuna bakmıştık.

Doktor, Nimzowitsch’in mektubuna ve beraberindeki Hanham Varyantı’nda oynanacak bir tematik maç teklifine cevap vermez ama tarzına uygun olarak 1912’de yayınladığı “Die moderne Schachpartie” (Modern Satranç Partisi) adlı oyun derlemesinde genç hasmının oyununa yönelik ağır eleştirilerini sürdürür. Nimzowitsch’in (O tarihlerde halen soyadı Niemzowitsch olarak yazılıyordu) ne kadar sinirlendiğini tahmin etmek zor değil çünkü bu ağır eleştiriler genç satranççıyı 1913’te uzun ve ünlü bir makale yazmaya kadar götürür ki bu aynı zamanda “Mein System” e kadar gidecek bir yolun da başlangıcını teşkil etmesi açısından önemlidir.

Dr. Siegbert Tarrasch (1862-1934)


Bu ikinci bölümde “Die moderne Schachpartie”de Tarrasch’ın Nimzowitsch hakkında yazdıklarına göz atacağız. Dr. Tarrasch’ın yorumları okuyucuya Tarrasch’ın klasik satranç anlayışına ve kendisine dair dogmatizm eleştirilerinin haklı olup olmadığına dair iyi bir fikir verecektir. Bugün bu satranç anlayışının çok ötesindeyiz kuşkusuz ancak dikkatli bir okuyucu Tarrasch’ın klasik satranç anlayışında bazı noktalarda sonradan “hipermodern” adı verilecek yeni ekole göre daha haklı olabildiğini fark edecektir.

Nimzowitsch’in Johner (Karlsbad 1911) ve Spielmann’ı (Hamburg 1910) yendiği partileri de kitabında inceleyen Tarrasch bu oyunların analizlerinde de Rigalı hakkında fazla olumlu bir tonda yazmamıştır, örneğin Johner partisinde her iki oyuncunun da iyi oynamadığını belirtir.

Elbette Doktor, San Sebastian 1911’de Nimzowitsch’i yendiği partiyi kitaba koyma fırsatını kaçırmaz, ilginç finaliyle bilinen partiye analizsiz de olsa bir göz atmaya değer. Tarrasch’tan genç rakibine iyi bir oyunsonu dersi!

Çirkin hamlelere olan düşkünlük, yanlış oyun tarzı gibi eleştirilere genç Rigalı 1913’te cevap verecektir. Aslında şunu da söylemek gerekir ki Tarrasch’ın kendisini bir otorite olarak konumlandırıp diğer satranççıları acımasızca eleştiren tutumu sadece yeni neslin değil Lasker, Marco gibi aynı kuşağa mensup satranççıların da tepkisini çekmiştir. Fakat ilk defa yeni kuşağın temsilcisi Nimzowitsch, Tarrasch’ın karşısına yeni prensiplerle çıkmaya cüret edecektir ki buna bir sonraki bölümde devam edeceğiz.

Nimzowitsch Tarrasch Düellosu – I

1910-20’li yıllar hem satranç dergilerinin hem de satranç teorisi/felsefesinin altın çağıdır. Yeni filizlenmekte olan “hipermodern” ekol, klasik ekole savaş bayrağı açarken teorik tartışmalar hem dergi sayfalarında sürdürülür hem de tahta başındaki düellolarda taraflar birbirlerine fikirsel üstünlüklerini pratik başarılar yoluyla kanıtlamaya çalışır.

Bu düellolar arasında elbette en çok bilineni ve en önemlisi Nimzowitsch ve Tarrasch arasında olandır. Bu yazı dizisinde, Wiener Schachzeitung başta olmak üzere dönemin kaynaklarından bu ilginç ve eğlenceli tartışmayı takip etmeye çalışacağız.

Kaynak: Wiener Schachzeitung, 1908

Kavga ilk olarak Tarrasch’ın Berliner Lokalanzeiger’de incelediği Rubinstein-Nimzowitsch San Sebastian 1912 partisinin analizinde genç Rigalının oyununu yerden yere vurmasıyla başlar. Aynı turnuvada Fransız Savunması’nın 3.e5 İlerleme Varyantı’nda kaybettiği parti -bu hamleyi yanlış addetmesi nedeniyle- belli ki Dr. Tarrasch’ı sinirlendirmiştir ki 1904’te ilk defa oynadığı ve berabere kaldığı, Hamburg 1910’da da kaybettiği Nimzowitsch’e Doktor başından beri pek ısınamamıştır aslında, fikren kendinden emin ve sivri dilli bu iki devin iyi anlaşması da zaten beklenemezdi. Nimzowitsch Tarrasch’ın biraz dozu yüksek eleştirilerine Deutsches Wochenschach’ta açık bir mektupla cevap verir:

Dr. Tarrasch, Rubinstein-Nimzowitsch partisine dair Berliner Lokalanzeiger’deki yorumlarında Siyahın ikinci hamlesi için “Nimzowitsch’in çirkin açılış hamlelerine belirgin bir eğilimi var, neyse ki her zaman zevk sahibi bir tarzda oynayan Rubinstein tarafından burada tamamen çürütülüyor. Zira bu estetik olmayan oyun birincilik ödülüyle taçlansaydı bu bir skandal olurdu!” diye görüş bildiriyor. Yine aynı köşede siyahın 25. hamlesi için Dr. Tarrasch “Siyahın şu ana kadarki iğrenç oyununun en tutarlı devamı: alışılmadık büyüklükte bir eşeklik.” diye yazıyor. Bu eleştiri Bay Nimzowitsch’i aşağıdaki satırların yayınlanmasını rica etmek zorunda bırakıyor:

Aron Niemzowitsch
(e’yi sonradan soyadından atacaktır)
Kaynak: Wiener Schachzeitung, 1910

Ayın 12. gününde Lokalanzeiger’in satranç köşesinde Dr. Tarrasch, Rubinstein’a karşı oynadığım partimi -kamuoyu önünde oyun tarzımı aşağılamak için uygun bir araç olarak- yorumlarıyla birlikte yayınladı. Benim satranç anlayışımla kimsenin uyuşuyor olmasına gerek yok ama böylesi abartılı ve çarpık bir eleştiri en enerjik bir karşılığı gerektiriyor. Oyun tarzıma yönelik “çirkin”, “iğrenç” gibi tabirler ve bilinç kaybına yol açan bir öfke nöbetinin buna benzer diğer semptomları örnek olmak isteyen bir yorumcuya yakışmıyor. Ayrıca burada sanki Dr. T. benden 3. e4-e5 varyantındaki teorik fiyaskosunun intikamını almak istiyor gibi bir düşünce akla geliyor. Şüphesiz Hanham gibi bir açılışı böyle sert bir şekilde yerin dibine sokmak istemek gülünç. Rubinstein’a karşı olan oyunum birinciliğin şanı ve 2500 Frank için belirleyici olacaktı. Anlaşılır bir heyecanla kendi kuvvetimin çok altında oynadım. Dr. Tarrasch bu husus hakkında susuyor ve kendisi için karakteristik bir şekilde oyun tarzım hakkında -bilen herkesi öfkelendirmesi gereken- bir yargıya varıyor. Ayrıca “çirkin” Hanham Varyantı’nın doğruluğunu Dr. Tarrasch’a karşı ad oculos göstermeye hazırım, tıpkı tartışmalı e4-e5 varyantının doğruluğunu gösterme zevkine eriştiğim gibi. Bahsi Dr. Tarrasch belirleyebilir, ben siyah taşları alacağım, önceden kararlaştırılmış sayıda parti oynayacağız ve…haklı olan taraf kazanacak.

“Deutsches Wochenschach”, 28 Nisan 1912

Tarrasch bu düelloya daveti yanıtsız bırakır. Praeceptor Germaniae, Baltık diyarından bir gençle yüz göz olmaya niyetli değildir, üstelik aralarındaki skor da Nimzowitsch’in lehinedir dolayısıyla yapılacak bir maç riskler barındırmaktadır. İkili arasındaki esas çekişme ise bir sonraki sene gerçekleşecektir.

Kaynak: Wiener Schachzeitung 1912


Tarafların neden bahsettiğini daha iyi anlamak adına son olarak San Sebastian 1912’den Rubinstein – Nimzowitsch ve Nimzowitsch – Tarrasch partilerine bakalım.





Gölge Teorisi ve Alekhine’in Gizemli Ölümü

“Tuhaf ama gerçek; çünkü hakikat tuhaftır her zaman;

Kurgudan da tuhaf; eğer anlatılabilseydi,

Romanlar bundan ne kazançlı çıkardı!”

Lord Byron (“Don Juan”)

Byron eğer günümüzde yaşasaydı yine böyle yazar mıydı? Emin değilim. Artık hakikat diye bir şeyin varlığından söz etmek mümkün değil, farklı kurgulardan bahsedebiliyoruz sadece. Zira dilin, zihnimizin veya nesnel dünyayı algıladığımız duyularımızın bize esasen bir kurgu yahut hakikatin çarpıtılmış bir temsilini sunduğunu zaten Antik Yunan’dan beri biliyorduk ama bunu gerçek anlamda içselleştirip toplumsal hayatı düzenleyen bir ilke olarak kullanmaya başlamamız ancak yakın zamanlarda oldu. Hakikatin tuhaflığı da aslında bundan ileri geliyor, ifade edemememiz ve hiçbir zaman bütünüyle kavrayamamamız ona mistik karakterini kazandırıyor. Böylece kurgu hakikatin yerini alırken, hakikat adeta gnostik bir yerde konumlanıyor ve giderek kurmaca bir karakter kazanıyor.

İtalyan yazar Paolo Maurensig’in Teoria della ombre (“Gölge Teorisi”) adlı romanı da işte bu hakikat-kurgu ikiliğinde gidip gelen ve Byron’ın asla ulaşılması mümkün olmayan hedefine olabildiğince erişmeye çalışan bir eser. Maurensig, dördüncü dünya şampiyonu Alexander Alekhine’in Portekiz’deki son günlerini ve gizemli ölümünü titiz bir araştırmayla hakikate yakınsayarak anlatmaya çalışıyor, öyle ki romanı yer yer bir Alekhine biyografisi şeklinde okumak da mümkün. Örneğin romanda Alekhine’in Nimzowitsch’e yönelttiği eleştiriler hemen hemen birebir olarak Alekhine’in Pariser Zeitung’ta çıkan “Yahudi ve Aryan Satrancı Üzerine” başlıklı haklı olarak kötü bir şöhrete sahip makalesinden alıntılanmış. Saemisch’in Hans Frank ile dostane ilişkilere sahip Alekhine’in Przepiorka’nın katlini engellemediği yönündeki suçlaması, romanda Alekhine’in otele gelen kadın gazeteciye verdiği röportajda eski eşleri Barones Anna von Severgin, Anneliese Ruegg, Nadejda Fabritskaya ve tabii Tokyo’da verdiği bir simultanede tanıştığı son eşi Grace Wishaar ile ilgili anlattıkları vb. birçok ayrıntı da biyografik veya belgesel kaynaklara dayanıyor.

“Gölge Teorisi” 2015 tarihli orijinal baskısı. İngilizce çevirisi “Theory of Shadows” olarak mevcut, Türkçe çevirisiyse maalesef henüz yok

Maurensig’in bu çabası elbette takdire şayan ve romanı satrançseverler için daha da ilgi çekici kılıyor zira satrancı konu alan roman veya filmlerde yapılan hataların ne kadar gözümüze battığı malum. Ancak şahsen büyük tarihsel romanlarda bu noktada ince bir dengenin olduğunu düşünüyorum, yazarın yaptığı araştırma okurun gözüne batmamalı ve kurgunun önüne geçmemeli. Julian Barnes’ın Şostakoviç’i konu alan The Noise of Our Time’ında da düştüğünü gözlemlediğim bir hatayı yapıyor Maurensig, araştırmasını bize aktarmada fazla aceleci ve bilgiç davranıyor. Bu açıdan eserin iyi bir roman olmayı kıl payı ıskaladığını söyleyebilirim ama bu yine de Alekhine’in partileri ile büyümüş bir satrançsever olarak romandan fazlasıyla zevk almamı engellemedi elbette ve biraz yüzeysel bir bilgiye sahip olduğum şampiyonun gizemli ölümüne dair beni daha fazla okumaya sevk etmesi açısından Maurensig’e kesinlikle bir teşekkür borçluyum.

İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Alekhine

Alekhine’in Avrupa’nın batı ucunda, Atlantik kıyısındaki Estoril’deki günlerini anlayabilmek için şampiyonun İkinci Dünya Savaşı yıllarını bilmek gerekir. Savaş başladığında Buenos Aires’te 1939 Satranç Olimpiyatı’nda -Fransa adına- oynayan şampiyon, Albert Becker’in aktardığına göre Olimpiyat boyunca Almanlara karşı düşmanca bir tutum sergilemiş hatta Almanya’nın birincilik mücadelesindeki rakipleri Polonya ve Arjantin karşısında bilerek oynamamıştır. Birçok oyuncunun aksine savaşa rağmen Ocak 1940’ta Avrupa’ya geri dönen Alekhine’i, Lizbon’da geçirdiği kısa bir sürenin ardından Fransız ordusunda astsubay olarak görürüz. Rusça, Fransızca, Almanca ve İngilizce bilmesi nedeniyle istihbaratta tercüman olarak değerlendirilen Alekhine, Haziran ayında Fransa’nın işgali sonrasında Lizbon’a ve oradan da Amerika’ya gitmek amacıyla Marsilya’ya geçer. Fransa’dan çıkışına izin verilmemesi nedeniyle özel bir pasaport edinmek için uğraşan şampiyon bunda başarısız olunca mecburen işgal altındaki Paris’e geri döner, yurtdışına çıkış izni için bir sene bekleyecektir. Bu arada eşi Grace Wishaar’ın şatosuna Naziler el koyar ve Alekhine büyük olasılıkla hem Yahudi kökenleri olan ve çıkış izni alamayan Amerikalı eşi Grace Wishaar’ı hem de gayrimenkullerini korumak adına Vichy Hükümeti ve Nazilerle iş birliğine gitmek zorunda kalır.

Alekhine ve kendisinden 16 yaş büyük son eşi Grace Wishaar (1876-1956)

Mart 1941’de Pariser Zeitung’ta “Yahudi ve Aryan Satrancı” başlıklı altı bölümlük bir makalesinin yayınlanması aslında Alekhine için sonun başlangıcıdır. Bu makalelerde korkunç bir antisemitizm ile Nimzowitsch başta olmak üzere Yahudi satranççılara ve onlara atfedilen savunmayı önceleyen, risk almayı sevmeyen satranç anlayışına -Nimzowitsch’in profilaksi veya yoğun koruma kavramları başta olmak üzere- saldırılmaktadır. Makaleler satranç dünyasında ve genel kamuoyunda bir şok etkisi yaratır ve Alekhine’in bir işbirlikçi olarak damgalanmasına yol açar.

Pariser Zeitung, 23 Mart 1941

Kaynak: Dominique Thimognier  (Fondettes, Fransa)
https://www.chesshistory.com/winter/extra/alekhine.html

Nihayet Nisan 1941’de, herhalde bir ödül olarak, savaşta tarafsız kalmayı seçen Salazar diktasının hüküm sürdüğü Portekiz’e -kendisini okyanusun öte yakasına götürebilecek bir transatlantiğe binebileceği Lizbon’a- gidebilir. Fakat ABD’ye vize almayı büyük ihtimalle yayınlanan makaleleri yüzünden başaramaz ve 1927’den beri yokuşa sürdüğü ancak artık Avrupa’dan tek kaçış umudu olan Capablanca ile bir rövanş maçı için sürdürdüğü görüşmeler de sonuçsuz kalır. Kaçış planları suya düşen şampiyon, Reich’ın satranç organizatörü Ehrhardt Post’un davetiyle Nazi turnuvalarında oynamaya başlar.

Deutsche Schachzeitung Kasım 1941 sayısından
(Edward Winter’dan naklen: https://www.chesshistory.com/winter/extra/frank.html)

1941-43 arasında Salzburg, Prag, Krakow, Münih, Varşova gibi Üçüncü Reich topraklarındaki şehirlerde Keres, Bogolyubov, Schmidt, Junge, Stoltz gibi ustalarla birlikte turnuvalar oynayan – çoğunu da kazandığını ekleyelim- ve bu arada Polonya Genel Hükümeti’nin başındaki Hans Frank ile dostane ilişkiler geliştiren Alekhine, 1943’te İspanyolların davetiyle Madrid’e gider. İspanya’da da turnuvalara katılmaya devam eder ama oyun seviyesinde bir düşüş göze çarpmaktadır. Bu arada sonradan büyükusta olacak genç Pomar’a dersler verir ve onun için özel bir kitap bile yazar.

Mayıs 1945’te savaşın Müttefikler lehine sona ermesiyle Alekhine, tıpkı 1917’den sonra olduğu gibi kendini bir kez daha yanlış tarafta bulur, Nazi işbirlikçisi yaftası peşini bırakmayacaktır. Temmuz 1945’te Gijon’da Antonio Rico’ya, Eylül’de Caceres’te oynanan turnuvada Portekiz şampiyonu Francisco Lupi’ye geçilir. Aralarındaki oyunu kazanan Lupi, bu turnuva zaferini “acı bir hatıra” olarak niteleyecektir, zira Alekhine’in içinde bulunduğu depresyon ve aralarındaki oyunda adeta intihar edercesine oynaması genç Portekizliyi üzmüştür. Francisco Lupi, aynı zamanda Alekhine’in son günlerindeki tek dostudur.

Nazilerle olan geçmişi nedeniyle persona non grata haline gelen Alekhine için İspanya’daki durum hem politik hem de finansal olarak kötüleşmektedir ve şampiyon Caceres’teki turnuvadan biraz sonra tekrar Portekiz’e gelir, Lizbon yakınındaki turistik bir belde olan Estoril’e yerleşir. Kış nedeniyle oteller boştur ve personel sayısı azaltılmış Hotel do Parque’ta adeta yapayalnızdır. Fransa’daki eşi Grace ile arası açılmış ve cebinde hiç parası kalmamıştır, Lupi’nin yardımlarıyla geçinmektedir. Tam bir psikolojik çöküntü içindedir, üstelik tüm hayatı boyunca kendini bırakmayan alkol alışkanlığı da artarak devam etmektedir.

Savaşta alınan zaferi kutlamak adına düzenlenen Londra’daki turnuvaya -Steiner kazanacaktır- aldığı davet onu önce sevindirir ancak daha sonra Nazilerle olan geçmişi nedeniyle organizatörün daveti iptal etmesi şampiyonun morali üzerine yıkıcı bir etki yapar. Yine de son anda bir ümit ışığı görünür: Botvinnik ile İngiltere’de oynanacak bir unvan maçı!

Alekhine’in 43 numaralı odasında hayatını kaybettiği Hotel do Parque. Bugün Estoril’e giderseniz görmeniz mümkün değil, ancak fotoğrafta hemen yanında görülen Hotel Palacio halen hizmet veriyor

1939’da da unvan maçı görüşmelerinde bulunduğu Mihail Botvinnik federasyonu aracılığıyla bir unvan maçı talep etmektedir, Mart ayı başında Britanya Satranç Federasyonu’ndan gelen bir telgraf ile Alekhine bilgilendirilir. Depresif ruh halinden çıkan şampiyon hemen hazırlıklara başlar. Ancak 5 Mart’ta Churchill’in “demir perde” terimini siyasi literatüre sokan ve Sovyetler ile uydu devletlerini düşman ilan eden konuşmasından sonra şampiyon maçın gerçekleşmeyeceği düşüncesine kapılır. Buna karşın 23 Mart’ta Britanya Satranç Federasyonu İngiltere’de oynanacak bir unvan maçına sponsor olmayı kabul eder ve Alekhine’e telgraf gönderir. Fakat şampiyon daha telgrafı alamadan 24 Mart sabahı odasında ölü bulunur. Yapılan otopside ölüm nedeni gırtlağına takılan bir et parçası nedeniyle boğulma olarak belirlenir. Naaşı 23 gün sonra geçici olarak Portekizli bir satranççının mezarına defnedilir fakat günümüzdeki istirahatgahı olan Paris’teki Montparnasse Mezarlığı’na nakli için 1956’yı beklemek gerekecektir.

Şüpheli Ölüm ve Komplo Teorileri

Alekhine’in 1939’dan ölümüne dek olan hayat hikayesinin kısa özetinden sonra herhalde niye ölümüne dair komplo teorilerinin çıkabileceği anlaşılır. Zira birçok ülkede, özellikle de Fransa’da, Naziler ile iş birliği yapanlar ortadan kaldırılmaktadır ve Alekhine’in Pariser Zeitung’ta antisemitik makaleler kaleme alan ve Hans Frank, Goebbels gibi en üst düzeydeki isimlerle bir arada bulunmuş biri olarak intikam listelerine girmiş olması gayet muhtemel. Ayrıca Botvinnik ile yapacağı unvan maçının kesinleşmesinden hemen sonra ölü bulunması da şüpheli bir tesadüf olarak nitelendirilebilir. Sadece bu kadarla kalsa komplo teorilerine gülüp geçebilirdik ancak otopside yapılan maddi hatalar, kimi çelişkili ifadeler, Portekiz Gizli Servisi PIDE (Polícia Internacional e de Defesa do Estado : Uluslararası ve Devlet Güvenlik Polisi) de işin içine girince karşımıza iyi bir polisiyeyi aratmayacak kadar gizem çıkıyor.

Alekhine’in ölümüne dair en kapsamlı kaynak

Alekhine’in ölümüne dair başlıca araştırma Portekizli bir sanat tarihçisi ve satrançsever olan Dagoberto Markl’a ait. Markl’ın 2001 tarihli Xeque-Mate no Estoril (Estoril’de Şah Mat)adlı kapsamlı çalışmasına erişmem mümkün olmadı ancak COVID-19 salgınının ardından mutlaka Portekizli bir arkadaş vasıtasıyla edineceğim. Şimdilik Edward Winter ve Kanadalı büyükusta Spraggett’in blogunda aktardıklarıyla yetinmek zorundayım.

Komplo teorilerinin başlangıcı esasen Portekizli gazeteci Artur Portela’nın 15 Nisan 1946 tarihinde Diario de Lisboa gazetesinde yayınlanan O segredo do Quarto 43; A morte misteriosa de Alexandre Alekhine (43 Numaralı Odanın Sırrı: Alexandre Alekhine’in Gizemli Ölümü) başlıklı makalesine dayanıyor. Bir dizi ilginç noktaya değinen Portela, 22 Mart gecesi Alekhine, Francisco Lupi ve bir başka Portekizli satranççı olan Jose da Costa Moreira’nın Lizbon’da bir bara gittiğini ve -öldüğünde üzerinde olanla aynı olması muhtemel- paltosunu burada kaybettiğinden bahsediyor. Burada Portela’ya göre gizemli bir şekilde kaybolan ve sonra tekrar ortaya çıkan palto kadar ilginç bir başka detay Moreira zira Francisco Lupi, Ekim 1946’da Avustralya dergisi Chess World’e yazdığı yazıda üçüncü bir kişinin varlığından bahsetmiyor. Bu basit bir unutkanlık veya bahsetmeye gerek duyulmayan bir ayrıntı olarak pekâlâ açıklanabilir ama Spraggett’e göre Moreira’nın aynı zamanda PIDE üyesi olduğu dikkate alınınca şüpheli bir nitelik kazandığı kesin.

Portela’nın Diario de Lisboa’nın ön sayfasında çıkan makalesi

Portela yazısında başka dikkat çekici noktalardan da bahsediyor. Otelin Alekhine’in odasındaki mobilyaların hepsini dışarı çıkardıktan sonra odanın numarasını değiştirmesi veya Alekhine’in ilk büyük başarısı St. Petersburg 1909’daki şampiyonluğunun ardından Çar II. Nikolay’ın hediye ettiği ve Estoril’e kadar bir uğur olarak yanında taşıdığı Sevr vazosunun odada kırılmış bir halde bulunması gibi -başka kaynaklar,tanıklar ve ölümünden sonra çekilen fotoğraflarca doğrulanmayan- ayrıntılar Portela’nın üstü kapalı olarak ima ettiğine göre üzeri örtülmeye çalışılan bir cinayete işaret ediyor.

Ölümünden sonra çekilen fotoğraflar ve yapılan otopside de Spraggett’in büyük ihtimalle Markl’a dayanarak işaret ettiği ilginç hususlar söz konusu. Alekhine’in önünde bir satranç tahtası ve tabaklar olmak üzere başı yana eğik oturur vaziyetteki meşhur ölüm fotoğrafını çeken Luis Lupi, Associated Press Portekiz için çalışmakla beraber aynı zamanda Francisco Lupi’nin üvey babası ve bir PIDE üyesi! Üstelik fotoğrafta en az bir adet manipülasyon olması kuvvetle muhtemel görünüyor. Francisco Lupi’nin -Spraggett’in Portekizli satranççı Rui Nascimento’dan naklettiği şekliyle- Rui Nascimento’ya itiraf ettiği gibi eğer satranç tahtası fotoğraf için yerleştirilmişse Lupi’nin fotoğraf için daha neleri değiştirmiş olabileceği gibi bir soru akla geliyor. Tabii fotoğrafta -kırık veya değil- Sevr vazosunun yokluğu da tıpkı Alekhine’in üzerindeki palto gibi dikkat çekiyor. Belki vazo kırılmış ve temizlenmiş olabilir ama Mart ayı sonunda Estoril’de -ki ortalama sıcaklık 20 derece civarı- odada paltosunu çıkarmadan oturuyor olması şüphe uyandıran ve Alekhine’in dışarıda tabancayla vurularak öldürüldükten sonra otele taşındığı ve paltosunun giydirildiği şeklindeki komplo teorisine dayanak sağlayan önemli bir ayrıntı.

Mayıs 1946 CHESS dergisinde yayınlanan Alekhine’in ölüm fotoğrafı
Kaynak: Edward Winter, “Alekhine’s Death

Son olarak Dr. Asdrubal d’Aguiar ve ona yardımcı olan Dr Antonio J. Ferreira’nın 27 Mart’ta yaptığı otopside de bazı karanlık noktalar var. Spraggett’in de belirttiği gibi kronik gastrit, asteriyoskleroz ve duodenit izlerinin not edildiği raporda alkol bağımlılığı nedeniyle yıpranmış ve hatta 1945’te Gijon’da muayene olduğu doktorun aşırı bir büyüme tespit ettiği Alekhine’in karaciğerinden bahsedilmemesi enteresan. Daha da hayret verici olan ise Dr Antonio J. Ferreira’nın aslında bir veteriner olması! Üstelik olaydaki birçok karakter gibi PIDE’ye mensup, bu da veteriner doktorun otopside aslında bir PIDE görevlisi olarak bulunduğunu düşündürüyor. Ferreira’nın daha sonra arkadaş arasında Alekhine’in aslında bir cinayete kurban gittiğini itiraf ettiği gibi bir söylentinin var olduğunu da ekleyelim.

Peki eğer Alekhine bir cinayete kurban gittiyse kim şampiyonu öldürtmüş olabilir? Birçoklarına göre Botvinnik ile unvan maçının kesinleşmesinin hemen ardından olayın gerçekleşmesi emrin Sovyetlerden geldiğine işaret ediyor zira Sovyet bürokrasisi içerisinde -bir hain ve Nazi işbirlikçişi olan, anti-Sovyet beyanatları 1920’lerden beri bilinen- Alekhine ile yapılacak bir unvan maçına karşı olanların -Boris Veinstein başta olmak üzere- olduğunu biliyoruz. Öte yandan Naziler ile işbirliği yapanları savaş sonrası ortadan kaldıran Fransız direnişinin bunu yapmış olabileceği gibi bir teori de var, eğer Alekhine unvan maçı için İngiltere’ye gidecek olursa işleri zorlaşacağı için ellerini çabuk tutmak zorunda hissetmiş olabilirler. Son olarak Portekiz’deki Salazar rejiminin Alekhine’i öldürtmek için herhangi bir motivasyonu yoksa da olayın üzerini örtüp uluslararası bir skandala yol açmamak isteyeceklerini düşünmek de pekâlâ akla yatkın görünüyor.

Otopsinin belirttiği gibi gırtlağa takılan bir et parçasının yol açtığı bir kaza mı yoksa bir cinayet mi? Belki de bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Eco’nun Foucault Sarkacı’nda ustaca anlattığı gibi aslında çoğu zaman olayların basit ve komplo teorilerine ihtiyaç duymayan açıklamaları vardır ama bu bizi gerçeğin çölüne göre oldukça renkli görünen kurguların çekiciliğine kapılmaktan alıkoymaz. Ama yine de çoğu zaman hakikat ve kurgunun birbirine karıştığını da unutmayalım, hele de Platon’un mağarasındakiler gibi gölgeleri hakikat zannediyorsak. Başka türlüsü kusursuz bir simülasyona öykünen renksiz bir dünya olurdu, bizim hermeneutik dünyamızda ise bazen bir roman kuru bir araştırmaya göre hakikati anlamada bize daha fazla yol gösterebilir.

Faydalanılan Kaynaklar

Kevin Spraggett’in konuyla ilgili iki bölümlük yazısının mutlaka okunması gerekiyor:
1. Bölüm: http://www.spraggettonchess.com/part-1-alekhines-death/
2.Bölüm: http://www.spraggettonchess.com/part-2-alekhines-death/

Satranç tarihçisi Edward Winter’ın “Alekhine’s Death” başlıklı makalesi de iyi bir kaynak taraması içeriyor:
https://www.chesshistory.com/winter/extra/alekhine3.html

Yine Winter’ın “Was Alekhine a Nazi?” başlıklı yazısına göz atmak da faydalı olacaktır:
https://www.chesshistory.com/winter/extra/alekhine.html

Müller & Pawelczak (1953), Schachgenie Aljechin: Mensch Und Werk, Verlag Das Schach-Archiv

Moran P. (1972), Agonia de un Genio: A. Alekhine

Portela’nın makalesi için 15 Nisan 1946 tarihli Diario de Lisboa gazetesi

Teichmann’ın Zaferi

Richard Teichmann (1868-1925), 1890’lı yıllarda başlayan kariyerinde hemen her zaman dünyanın en iyi oyuncularından biriydi. 1921 gibi bir tarihte, 53 yaşında ve savaş nedeniyle uzun bir süre oynamamışken Alekhine ile yaptıkları altı partilik maçın berabere sonuçlanması oyun kuvveti hakkında bir fikir verir.

Genellikle turnuvaları beşinci tamamladığı için V. Richard diye bilinen Teichmann’ın Sternstundesi(yıldızının parladığı an) Karlsbad 1911’di. Şampiyon Lasker ve aynı senenin Mart ayında San Sebastian’da kazandığı zaferle tüm satranç camiasını şaşırtan Capablanca haricinde dünyanın en iyi oyuncularının oynadığı 25 turluk turnuvayı, hem güzel hücum partileri hem de harika pozisyonel oyunlar oynayarak Rubinstein ve Schlechter’in önünde birinci tamamlayan Richard Teichmann olur. Satrancın Esasları’nı okuyanlar, 1913 Capablanca-Teichmann Maçı’nın ikinci partisini hatırlayacaktır ve elbette aklımda kaldığı kadarıyla Capablanca’nın şu sözlerini de: “Bu oyunsonu dünyanın en iyi oyuncularından birine karşı oynanmış olması nedeniyle önemlidir.” Gerçekten de hakkı fazla teslim edilmese de yirminci yüzyılın ilk çeyreğine damga vurmayı başarmış en önemli oyunculardan biridir Teichmann ve onu yenmek herkes gibi Capablanca için de bir gurur kaynağıdır.

Genç yaşta sağ gözünü kaybeden ve bu gözüne taktığı bantla bir korsan gibi görünen Teichmann’ı, sözü daha fazla uzatmadan Lasker’den dinleyelim isterseniz. Günümüzde Carlsen’in mesela Aronyan’ın bir zaferi ardından böyle bir yazı kaleme aldığını düşünebiliyor musunuz?

Teichmann’ın Zaferi

Karlsbad Satranç Turnuvası’nın Bitimine Dair

Dr. Emanuel Lasker (“Berliner Zeitung am Mittag)

Karlsbad’taki turnuva Teichmann’ın zaferiyle sona erdi. Satranç dünyası buna sevinecek. Uzmanlar, Alman savaşçının oyun tarzının üstün niteliklerini biliyordu ve neden kamuoyunun bu özelliklerine hak ettiği değeri vermediğini kendilerine soruyorlardı. Şimdi bu sansasyonel başarısı ona her zaman inanan kanaat sahiplerini sevindirecek ve bir yetenekten kendisini somut bir eylemle göstermesini talep eden kamuoyunun teveccühünü kazanacak.

Teichmann’ın artık “birinci sınıf” diye tabir edilen sınıfa yükseldiği su götürmez. Muvaffakiyeti tesadüfi değildi. Turnuva başarısı, kılı kırk yaran bir eleştirmenin bile tüm çabalarına karşın dokunamayacağı bir uzaklıkta duruyor. 25 partiden yalnız ikisini kaybetmekle kalmadı, sıralamada ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci sırayı elde eden en sert rakiplerini de yendi. Burn’e kaybettiği partide faniliğinin bedelini ödedi. Sinirleri bir defalığına mahsus herhangi bir zayıf noktada fazla gerildi ve muhakemesi bir gün için alışıldık keskinliğini kaybetti. Onun dışında zafere ulaşana kadar beş hafta boyunca azalmayan bir yetkinlikle mücadele etti.

Teichmann aşağı yukarı benimle aynı zamanda tanınmış satranççıların arenasına adım attı. 1890’lı yılların başında ben genç bir öğrenci olarak o zaman satranççıların “Dorado”su olan İngiltere’ye gittim, Teichmann da birkaç ay sonra beni takip etti. Her zaman birbirimizle dostça münasebette bulunduk. Bir defasında bir kapıdan kimin önce geçeceği konusunda hangimizin daha büyük olduğunu bilmediğimizden karar verememiştik. İkimiz de tam olarak aynı günde doğduk. Teichmann için takdirle denilebilir ki hiçbir zaman bir sanatçı kıskançlığı duymamıştır. Her zaman meslektaşlarına karşı düşünceli olmuştur. Örneğin kendisini üstün gören ihtiyar İngiliz savaşçı Blackburne’ün sahip olduğu gibi bir üstünlük iddiasında hiçbir zaman bulunmamış, aslında layık da olsa hiçbir zaman kendini bir yere koymamıştır. “Dirsek enerjisi”nden yoksundur. Kendisini betimlemek gerekirse: Eski Fransızca ve Eski İngilizcenin yanı sıra yarım düzine daha modern dil bilen ve müzik, felsefe ve diğer konular hakkında mükemmel bir şekilde tartışabileceğiniz eğitimli bir insandır, bir yandan da bir köylü gibi biraz kaba saba bir yanı da vardır.

Tam bir gezgindir, ataları belki de Hengist ve Horsa’nın orduları için topladığı o huzursuz insanlardan olan bir Saksondur. Stili herkesin ulaşmaya çalışıp sadece seçkin bir zümrenin sahip olduğu bir nesnelliğe sahiptir. Kaybetse bile, uygulamadaki ayrıntılarda yanlışlık vardır ancak bir satranç ustasının sahip olduğu en önemli şey, iyi ve kötüyü değerlendirme ve muhakeme yeteneği, nadiren yolunu şaşırır.

Vidmar’ın yazdığı turnuva kitabından final tablosu

Turnuvada ikinci ve üçüncü sırayı Rubinstein ve Schlechter aldı. Schlechter iyi bir seriyle başlamıştı ama turnuvanın ortasına, 15. tura, gelindiğinde, mümkün olan puanların ancak yarısını toplayabilmişti. Turnuvayı yüksek bir yerde bitirmesini sonlara doğru olan çabasına borçlu. 15 aydır her ciddi maç ve turnuva fırsatını değerlendirdiği için biraz orijinalliğini yitirmiş. Aşırı kullanılan beynin intikamı. İyi şeyler zaman ister. Sahneyi bir süreliğine diğer aktörlere bırakırsa akıllılık eder.

Rubinstein için bu sene şanslı bir sene değil. San Sebastian’da hak ettiği birincilik elinden kaçtı ve Karlsbad’ta çoğu zaman kendi kuvvetinin altında oynadı. Hakkında verilecek yargı kesin değil, bu da halen genç bir usta için açıklanabilir. Ancak kesin olan bir şey var, o da oyunlarının derin bir çekiciliğe sahip olduğu. En küçük üstünlüğü bile kullanmayı bilme sanatında eşsiz ve konumlarını oluşturmada estetik bir anlayış kendini dışa vuruyor. Rotlewi’de yeni bir Janowski doğmuş gibi görünüyor. Aynı zafere olan inanç, ileriye atılmada aynı cesaret ve sağlam direnç karşısında aynı başarısızlık. Genç Rus, bu yanlışından büyük ihtimalle gitmek istediği Amerika Birleşik Devletleri’nde kurtulacak çünkü Amerikanlaşan Avrupalılarda enerji bir ateş gibi alevleniyor.

Not:
“Dirsek enerjisi”: Bununla sanırım Lasker, mecazi olarak Teichmann’ın kavgacı bir tutumu olmadığını anlatmak istiyor.

Son olarak Teichmann’ın Karlsbad 1911’de en yakın rakiplerini aynı varyantta -ki kendi adını taşımaktadır- yendiği partilere göz atalım. İspanyol Açılışı’nı oynayan oyuncuların mutlaka bilmesi gereken -özellikle de günümüzde yeniden moda olan 6.d3 gibi varyantları oynuyorsa- bu iki klasik partide yüksek bir tekniğe sahip Teichmann’ı aynı zamanda iyi bir hücum oyuncusu olarak da görüyoruz:

Schlechter’i yendiği parti ise aynı zamanda güzellik ödülü almıştı:

Mannheim’da Bir Osmanlı: Bohor Hallegua

Temmuz 1914’te Mannheim’da 19. Alman Satranç Kongresi kapsamında oynanan Ustalar Turnuvası satranç tarihinde aniden patlak veren savaş yüzünden yarıda kesilmesi nedeniyle özel bir yere sahiptir. Düşman ülke vatandaşları olarak -turnuva yarıda kesildiğinde turnuvayı ilk sırada götürdüğü için birinci ilan edilen- Alekhine başta olmak üzere Bogolyubov ve Romanovski gibi tanınmış oyuncuların da aralarında olduğu toplam 11 Rus oyuncunun Almanya’da enterne edilmesi ve daha sonraki maceraları başlı başına bir kitap konusu olabilir ve hatta yakın zamanda olmuştur da. (Bkz: Gillam A.J. Mannheim 1914 and the Interned Russians, The Chess Player. 2014) Ancak Mannheim 1914’ün özellikle bizleri ilgilendiren bir başka hikayesi var ki o da en az Alekhine’in Almanya’dan Rusya’ya dönüş öyküsü kadar enteresan.

19. Alman Satranç Kongresi kapsamında düzenlenen tek turnuva Ustalar Turnuvası değildir, bunun yanı sıra Hauptturnier – A (Ana turnuva-A), Hauptturnier – B (Ana turnuva-B) ve sadece Alman Satranç Birliği üyelerine açık Nebenturniere (Yan turnuvalar) da vardır. Özellikle birinci olanın Alman Satranç Birliği nazarında usta kategorisine yükseleceği -ve dolayısıyla ustalara açık üst kategoride oynayabilecek hale geleceği-Hauptturnier-A’da ünlü isimleri görmek mümkündür: Ilya Rabinoviç, Carl Ahues, Fedor Bohatırçuk, Lajos Asztalos, Aleksey Selezniyov, Karel Opocensky…Fakat final sıralamasına baktığımızda en tepede, daha sonraki yıllarda belki en üst düzeyde olmasa da onun bir seviye altında yer alan tanınmış oyuncular olacak bu satranççıları değil, Wiener Schachzeitung’un tabiriyle: “Halegna, bir Türk”ü görürüz! Soyadı büyük olasılıkla Deutsche Schachzeitung tarafından yazıldığı şekliyle “Hallegua” olan satranççı, turnuva yarıda kesildiğinde 8/11 puanla Rabinoviç ve Tenner’in yarım puan önündedir ve bir tur eksik oynayan ve yarım puan daha az ancak daha iyi bir yüzdeye sahip Rabinoviç ile birlikte birinci ilan edilir.

Wiener Schachzeitung 1915 Mayıs-Haziran sayısından (Gecikmeli olarak turnuva sonuçları verilmiş)

Maalesef Bohor Hallegua’nın hayatına dair fazla bir bilgi mevcut değil, var olan bilgileri ise Alexander Bock’un Wikipedia’nın Almanca sürümüne yazdığı “Bohor Hallegua” makalesine borçluyuz. 1910 senesi civarında Paris’te bir lisede okuduğu ve 1914’te kendisinden “genç adam” olarak bahsedildiğini biliyoruz, dolayısıyla doğum tarihini 1890-1895 yılları arasına tarihlememiz mantıklı görünüyor. Bock’a göre soyadından yola çıkarak Selanik’teki Yahudi cemaatine mensup olması olası olan Hallegua, birçok Osmanlı eliti gibi kendisini devrin kültür başkenti Paris’te bulmuş olmalı. Lise yıllarında satrancı öğrenen Hallegua, daha sonra Quartier Latin’de bulunan bir satranç cemiyeti olan L’Académie Ludo ‘da düzenli olarak oynamaya başlar.

 Haziran 1912’de Eduard Lasker’i bir simultanede yenen Hallegua Ekim 1913’te ise bu sefer Capablanca’yı Kübalının L’échiquier satranç kulübünde verdiği simultanede yenmeyi başaran iki isimden biri olur ve Paris satranç çevrelerindeki şöhretini artırır. 1913-1914 yıllarında Janowski ve Marshall gibi devrin en iyi oyuncularından ikisiyle danışmalı partiler oynayan -ki bunlardan birinde Marshall’ın içinde olduğu trioyu partnerleriyle birlikte yenmeyi başaracaktır- Bohor Hallegua Şubat-Mart 1914’te meşhur Café de la Régence’ta oynanan on oyunculuk döner sistem bir turnuvayı 6/9 skoruyla Janowski’nin arkasında fakat Lazard gibi önemli isimlerin önünde ikinci tamamlamıştır. Mannheim’ın hemen öncesine 12-14 Temmuz tarihleri arasında L’échiquier’de düzenlenen üst düzey bir dörtlü turnuvada, Alekhine, Marshall ve geleceğin Fransa şampiyonu Muffang ile oynayan Hallegua üç partiyi de kaybederek son sırayı alır. Yine de böyle bir turnuvada oynaması bile onun oyun kuvvetine ve şöhretine bir işarettir.

Frédéric ve Gustave Lazard, Hallegua’nın da müdavimi olduğu Café de la Régence‘ta satranç oynuyor

Haziran ayında Mannheim’daki Hauptturnier-A’ya katılmak için başvuran ve kabul edilen Hallegua, 20 Temmuz’da başlayan turnuvada daha önce gördüğümüz gibi hiç de fena olmayan rakipler karşısında adeta fırtına gibi eser. Tek mağlubiyetini Tenner’e karşı alan satranççı, +6 =4 -1 skoruyla ilk 11 turu 8 puanla lider kapatmayı başarmıştır! Bohor Hallegua’nın oyun seviyesinin hiç de hafife alınmaması gerektiğini gösteren bir skor. Nitekim Hallegua’nın bu turnuvadan notasyonu bize ulaşan tek partisindeki rakibi Hollandalı Schelfhout, her ne kadar başarısını sürpriz olarak nitelese de, Hallegua’nın “sağlam ve güçlü konumsal oyununu” övmektedir.

Tabii 1 Ağustos’ta Almanya’nın seferberlik ilan etmesi ve Rusya’ya savaş açmasıyla turnuva yarıda kalınca daha önce bahsettiğimiz gibi genç Osmanlı Rabinoviç ile birlikte birinci ilan edilir ve böylece satranç kariyerinin en büyük başarısını elde etmiş olur! Ancak patlak veren savaş, Hallegua’nın sevincini kursağında bırakır zira artık Fransa Osmanlı İmparatorluğu -ve elbette Almanya- ile ayrı kamplardadır ve Fransa’ya geri dönmek bir Osmanlı için tehlikeli olabilir. 1915’e kadar Almanya’da kalan Hallegua -bu süre zarfında Humbert’e karşı bir yazışmalı parti oynamıştır- daha sonra Paris’e geri döner. Mayıs 1915’te Cercle Philidor satranç kulübünde danışmalı partiler oynarken gördüğümüz oyuncunun izine daha sonrasında Bock 1921’e dek rastlamamıştır, dolayısıyla bu arada ne yaptığını bilmiyoruz ancak satranç kulüplerinde oynamaya devam ettiği hemen hemen kesin. Zira Paris’teki Les échecs du Palais-Royal satranç kulübünün 15 Nisan 1921’de yayınladığı üye listesinde kendisini onur üyesi olarak görmekteyiz, üstelik adresi de mevcut: Rue de l’Abbé-de-L’Épée 5, 5. Arrondissement. Belki kendisini araştırmak isteyen meraklılar olursa bu bilgi faydalı olabilir.

Hallegua’ya dair Bock’un bulabildiği son referans ise Deutsche Schachzeitung’un Ekim 1926 sayısıdır. Fransız Savunması’nın Alekhine-Chatard Atak devamyoluna dair okur mektuplarından gelen tavsiyelerin belirtildiği sayfada Hallegua’nın da adı geçmektedir. Bu tarihten sonra ise Hallegua’nın izine maalesef rastlanamamıştır. Ancak herhalde satranç hummasının kendisinin peşini bırakmadığını varsaymak yanlış olmaz.

Satranç dışı hayatına dair hiçbir bilgimizin olmadığı ve hatta satrancına dair de elimize çok az malzeme kalan Bohor Hallegua halen araştırılmayı bekleyen bir kişiliktir. 17.yüzyıla kadar şatranjda en ileri ülkelerden biri olan Osmanlı İmparatorluğu satrancın Avrupa’daki evrimine -diğer birçok alanda olduğu gibi- ayak uyduramamış ve maalesef satrançta esamesi okunmayan bir ülke haline gelmişken Bohor Hallegua gibi bir ismin varlığı satranç tarihimiz açısından son derece büyük önem teşkil ediyor. Elbette lise yıllarından itibaren Fransa’da yaşayan ve satrancı da yine bu ülkede öğrenen Hallegua Fransız satranç camiasının bir ferdidir ancak 19.yüzyıl sonu imparatorluğun en kozmopolit kentinden çıkan Yahudi bir satranç oyuncusunun satranç tarihimize renk katacak keşfedilmeye değer bir hayatı olduğu da muhakkak. Selanik nüfus kayıtları yahut Paris’te yapılacak detaylı araştırmalar ile belki bir gün Mannheim’ın muzaffer Osmanlısının gizemli hayatı açıklığa kavuşur.

Son olarak Mannheim 1914’te Hallegua’nın Schelfhout’u yendiği partiye bakalım. Sizce de Capablanca’yı hatırlatan oldukça temiz bir galibiyet değil mi?

Referanslar

1. Seite „Bohor Hallegua“. In: Wikipedia, Die freie Enzyklopädie. Bearbeitungsstand: 17. Dezember 2019, 22:37 UTC. URL: https://de.wikipedia.org/w/index.php?title=Bohor_Hallegua&oldid=194999454 (Abgerufen: 5. Mai 2020, 11:35 UTC)

Peru Ölümsüzü, Esteban Canal ve Kemal Paşa

İtalyan yazar Paolo Maurensig, Alekhine’in ölümüne dair romanı “Teoria delle ombre”ye (“Gölge Teorisi”) bir alıntıyla başlar:

“Eğer Alekhine, kitlesel imha silahlarının mucidi ve bu yüzden güç sahipleri tarafından korunan, Yahudilerden nefret eden bir Nazi bilimadamı olsaydı entelektüel ayak takımı korkakça susardı. Bunun yerine, kurban acı zehri son damlasına kadar içmek zorundaydı. Ölümü gibi her şeyin üstünde bir olay bile bayağı bir şekilde kirletildi. Ve biz korkaklar hislerimizi bastırdık, sessiz kaldık. Çünkü bizi, beyazları ve siyahları, Yahudiler ve Hristiyanları, kardeşçe birleştiren tek bir erdem var: korkaklık”

Savaş sonrası gösterilen ikiyüzlü tutumu özetleyen bu güzel sözler, İtalya’ya yerleştikten sonra 1923 senesinde Torino’da Alekhine’e karşı bir gösteri oyununda sergilediği oyun seviyesiyle Rus yıldızı etkileyen ve daha sonra Alekhine sayesinde turnuvalara davetler alan Perulu usta Esteban Canal’a ait. Özellikle 20’li ve 30’lu yıllardaki turnuvalarda sıklıkla ismine rastladığımız Canal’a ayrıca açılış teorisine yaptığı katkılardan da aşinayız elbette, İskoç Gambiti (1.e4 e5 2.Af3 Ac6 3.d4 exd4 4. Fc4 Af6 5.0-0 Axe4 6.Ke1 d5 7.Ac3!?), Kabul Edilmeyen Vezir Gambiti (1.d4 d5 2.c4 e6 3.Ac3 Af6 4. Fg5 c5 5. cxd5 Vb6!?), İtalyan Açılışı (1.e4 e5 2. Af3 Ac6 3.Fc4 Fc5 4. Ac3 Af6 5.d3 d6 6. Fg5 h6 7.Fxf6 Vxf6 8. Ad5 Vd8 9.c3 ve sonra 10.d4, Canal Atak) ve birkaç açılışta daha Canal’ın icat ettiği ve dolayısıyla onun ismiyle anılan ilginç varyantlar mevcut. Fakat herhalde Perulu-İtalyan ustanın kartviziti tam olarak kesin olmasa da büyük olasılıkla 1934’te bir simultanede oynadığı ve “Peru Ölümsüzü” olarak anılan şu minyatürdür:

Chessmetrics’e göre Canal’ın 1933-1934 yıllarında dünyanın sekiz numarası olduğunu da eklemek gerekiyor kuşkusuz. Önemli turnuva zaferleri arasında Budapeşte 1933, Reus 1936 ve Venedik 1953’ü sayabiliriz, 1926’da Meran’da Spielmann, Tartakower, Colle, Kostic, Yates, Przepiorka gibi isimlerin önünde açık ara liderken son üç turda yarım puan almasının ardından paylaşmak durumunda kaldığı ikincilik de üst seviye bir turnuvada alınmış olması nedeniyle değerli.

İkinciliği O’Kelly ile paylaştığı Venedik 1947 ise bizim açımızdan anlamlı zira aynı turnuvada genç Türkiye Cumhuriyeti’nin şampiyonu Selim Palavan’ı da görüyoruz, fakat bu başka bir yazının konusu, şimdilik Canal’ın bu turnuvada Palavan’ı yendiğini söylemek yeterli.

Esteban Canal (Reus 1936)
Kaynak: https://www.ajedrez365.com/2012/08/torneo-internacional-ajedrez-reus-1936-esteban-canal-campeon_24.html

Şaşırtıcı olan ise Canal’ın yolunun kesiştiği Türkiye’den tek isim Palavan değil! Sözü Yahudi olduğu için Üçüncü Reich’tan kaçarak Güney Afrika’ya yerleşmek zorunda kalan Alman satranççı Wolfgang Heidenfeld’e verelim:

“İtalyan satrancının büyük yaşlı adamı benim de davet edilmek talihine sahip olduğum Venedik 1953’ü kazanan aslen Perulu Esteban Canal’dır. Tüm satranççıların arasında en ilginç ve eğlenceli kişiliklerden biridir. Eski bir gezgin muhabir olarak altı veya yedi dili konuşan Canal, Kemal Paşa ve Abdülkerim Hattabi gibi VIPler ile olan hatıralarını titizlikle korumaktadır.”  (Chess Springbok: An Account of a South African Chess Player’s Experiences Overseas)

Öyle görünüyor ki Esteban Canal, 1920’ler veya 1930’larda büyük olasılıkla bir muhabir olarak geldiği ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmüş! Heyecan verici bir hikâye. Ne yazık ki Zichichi’nin “Esteban Canal” biyografisine erişemedim, belki orada Canal’ın gazeteciliğine dair ayrıntılar mevcuttur ki bunlar da bizi gazete arşivlerine ve oradan da Canal’ın hazırlamış olabileceği Türkiye haberine götürebilir. Hemingway, Thomas Mann, Stefan Zweig gibi büyük yazarlarla tanışan, anarşizme sempati duyan bir entelektüel olarak Canal’ın Mustafa Kemal hakkındaki izlenimlerini okumak çok ilginç olabilirdi.

Son olarak Esteban Canal’ın satranç anlayışına dair bir anekdotla yazıyı noktalayalım:

“Bir seferinde bir arkadaşı Canal’dan satranç stilini tanımlamasını istemişti. Canal, ‘Bak Cordara’ dedi, ‘Ben satranç oynadığımda kendimi pencereden aşağı atarım ve ancak oyunun sonunda dört ayak üstüne düşüp düşmediğimi anlarım.”

Yararlanılan Kaynaklar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Esteban_Canal
http://tartajubow.blogspot.com/2018/03/who-was-esteban-canal.html
https://antoniogude.com/esteban-canal

J’accuse!

J’accuse!

Zola değil, Dr. Tartakower de, R. Spielmann’dan

Pek saygıdeğer Bay Dünya Şampiyonu Dr. Alekhine!

Herhalde benim yüce dünya şampiyonluğu tahtının bile önünde eğilmek bilmeyen pervasızlığıma şaşıracaksınız. Ama suçluyorum! Elbette bir satrançsever olarak sadece derin bir saygı ve takdir beslediğim dahiyane oyununuzu değil. Hayır, suçlamam dünya şampiyonu Dr. Alekhine’e yönelmiyor, suçlamam meslektaşım Dr. Alekhine’e. Çünkü satranç olarak bize üstünlüğünüz aşikâr da olsa biz sizin meslektaşınızız ve öyle kalacağız, ölümsüz yaratınız için nihayetinde bize ihtiyacınız var. Bir atasözü şöyle der: “Zenginlik şahane bir bıçaktır, ama onu ekmeği bölmekte kullanmalı, yaralamakta değil”. Selefleriniz Steinitz, Lasker ve Capablanca bu öğüde sadık kaldılar ve üst düzey turnuvalardaki genel şartların daha iyi hale gelmesini sağladılar. Eğer şimdi sizin elinizdeki dünya şampiyonluğu denen keskin silahı hangi amaçlara yönelik kullandığınızı sorgularsam bunun için bana kızamazsınız. Beni yanlış anlamayın, mesleki bir kıskançlıkla konuşmuyorum. Sizin yeterince zorlu bir mücadeleyle kazanılmış hakkınızı tartışacak son kişiyim. Her alanda en yüksek düzeydeki başarılar özellikle övülür, bu neden satrançta da böyle olmasın? Ancak siz San Remo 1930 ve Bad Bled 1931’de ekstra katılım payının yanı sıra özel şartlar da koydunuz ve böylece Capablanca’yı bu turnuvalara katılmaktan fiilen menettiniz. Tabii ki Capablanca’yı doğrudan geri çevirmediniz, bunun için çok daha gizli kapaklı bir yol seçtiniz. Ancak bu, meselenin bu işi iyi bilen bendenizin görebildiği içyüzünü değiştirmiyor. Capablanca New York 1927’deki ezici zaferinin cezasını böyle ağır bir şekilde mi çekmeli?

Rudolf Spielmann

Ama geçmişi bırakalım ve en iyisi sizin ve Capablanca’nın ardından günümüzün en başarılı ustası denilebilecek meslektaşınız Nimzowitsch’ten bahsedelim. Londra 1932‘ye veya şimdi Bern’e bir davet almaması dikkat çekici değil mi? En azından sizin için Nimzowitsch’e bir davet yollamak kolay olurdu. Bir Dr. juris -hukuk doktoru- olarak dolus eventualisi mutlaka bilirsiniz. Bu da yetmedi, bu sadece dağ havasında serpilebilen yoksul kemancı da sizin için istenmedik bir rakip olmuşa benziyor. Yoksa iki aydan fazla bir süre önce kurallara uygun bir şekilde -her ne kadar bağlayıcı bir biçimde olmasa da- konaklamama dair aldığım direktifin ardından Bern Yaylası’ndan aniden uzaklaştırılmam başka nasıl açıklanabilir? Bern’deki komite sizin sonradan onayınızla bir uluslararası ustanın fazlalık haline geldiğini dayanak gösteriyor. İtibarınıza şapka çıkarıyorum! Ama dünya şampiyonluğunun gücünden başka dünya üzerindeki hangi kuvvet İsviçre Satranç Derneği’nin yedi yerine altı uluslararası ustayı kabul etmesini engelleyebilirdi? “İsviçre Ordusu” bu durumda dokuz adama düşecekti belki ama bu da İsviçre Şampiyonası’nın yapılması için tamamen yeterli olurdu. Benim sevgili dünya şampiyonum, rakiplerinizi pataklamaya devam ediniz ve bütün satranç dünyasını büyüleyecek daha birçok büyük işler başarınız; yalnız komutanlık taslamayı bırakınız. Değilse size Marco gibi Eski Ahit’ten Hoşea Peygamber’in sözleriyle seslenmek zorundayım: “Rüzgâr ektiler, fırtına biçecekler”.  Sabrımız doldu taştı, okyanusun bu ve öte tarafında dünya şampiyonunun diktatörlüğüne karşı çıkan sesler giderek artıyor.

Rudolf Spielmann

Wiener Schachzeitung 1932, 10. Sayı


Notlar

1. “bu sadece dağ havasında serpilebilen yoksul kemancı”: Spielmann, Avusturya Alplerindeki bir dağ kasabası olan Semmering’te 1926 yılındaki zaferine atıfta bulunuyor. “Yoksul kemancı” ise Grillparzer’in “Der arme Spielmann”, “Yoksul Çalgıcı” oyununa bir gönderme

2. “İsviçre Ordusu” bu durumda dokuz adama düşecekti belki ama bu da İsviçre Şampiyonası’nın yapılması için tamamen yeterli olurdu”: Bern 1932 değişik bir formatta oynanmıştı, Alekhine, Flohr, Euwe, Mir Sultan Khan, Bogolyubov ve Bernstein’a 10 İsviçreli oyuncu eşlik ediyordu ve bu oyuncular aynı zamanda İsviçre şampiyonu olabilmek için oynuyordu. Turnuvada 7. olan Hans Johner İsviçre şampiyonu olmuştu.

3. “Marco gibi”: Spielmann, Georg Marco’nun yine Wiener Schachzeitung’ta (1906, Sayı 1-2) Tarrasch’a aynı sözlerle seslendiğini hatırlatıyor.

Bir Anlık Beraberlik ve Dawid Przepiorka

Her şeyin ama en çok da iletişim teknolojilerinin durmaksızın değiştiği bir çağda posta kutusu da artık arkaik bir nesne haline geldi. Çok değil birkaç kuşak önce bireyler arasındaki başlıca yazılı iletişim kanalı olan posta bugün daha çok kurumların bireyler ile olan iletişimini sağlamakla yükümlü, anahtarı posta kutusunun kilidine sokup çevirdiğimizde bizi karşılayan Marquise de Merteuil’den bir mektup -yahut Yakov Estrin veya bizden bir şampiyondan bahsedersek Tunç Hamarat’tan bir hamle- değil fatura veya kredi kartı ekstresi oluyor. Bu yüzden herhalde posta kutusunda Alman bir arkadaşımdan gelen sarı bir zarf görünce yaşadığım mutluluğu tahmin edebilirsiniz.

“Zarfa değil mazrufa bakın” öğüdünü dinleyerek zarfı yırttığımda beni, arkadaşımın mektubunun yanı sıra küçük bir kitap da karşılayınca elbette mutluluğum daha da arttı: Daha önce hiçbir eserini okumadığım Litvanyalı bir yazar Icchokas Meras’tan Almanca çevirisiyle “Remis für Sekunden”. “Birkaç Saniyelik Beraberlik” veya “Bir Anlık Beraberlik” olarak dilimize çevrilebilir, ama eserin Türkçe çevirisinde “Oyun Asla Berabere Bitmez” başlığı kullanılmış, merak edenler Om Yayınevi’nden 2012’de Aykut Derman çevirisiyle çıkan eseri internet üzerinden edinmeye çalışabilirler.

Remis für Sekunden

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgali altındaki Vilnius’ta Yahudi gettosunda geçen roman, 17 yaşındaki genç Isaak ve getto komutanı Schoger arasında hayat ve ölüm üzerine oynanan bir satranç partisini temel alıyor. Satranç meraklısı bir Nazi subayı olan Schoger, kendisinden iyi bir oyuncu olan Isaak’a bir seçim sunar: partiyi Isaak kazanırsa gettodaki çocuklar toplama kampına gönderilmeyecek fakat Isaak kurşuna dizilecektir, eğer Isaak kaybederse kendi hayatı kurtulacak fakat gettodaki çocuklar ölüme yollanacaktır. Isaak bu ikilemi çözmenin en iyi yolunun beraberlik olduğunu düşünür ancak partiyi berabere bitirmek o kadar kolay olmayacaktır.


Bergman’ın “Yedinci Mühür”de yaptığı gibi satranç partisini bir leitmotiv gibi kullanan Meras, sade ve insancıl bir dille gettodan aşk, direniş ve dayanışma hikayeleri anlatarak bize hem getto hayatının bir eskizini çiziyor hem de insanlık tarihinin herhalde en korkunç zulmüne karşı Yahudilerin ruhen kazandıkları “zafer”i anlatıyor. Romanı kesinlikle tüm edebiyatseverlere -ve elbette siz satrançseverlere-tavsiye ediyorum, Icchokas Meras, getirdiği farklı duyarlılık ve özgün dille İkinci Dünya Savaşı literatüründe Primo Levi, Romain Gary gibi isimlerin yanında mutlaka anılması gereken bir isim.

Icchokas Meras (1934-2014)

Auschwitz-Birkenau’yu ziyaret etmemin -iki düzeyde rahatsız edici bir tecrübe: yaşanan trajedinin korkunçluğu ve de bunu turistik bir deneyim haline getirmenin ve bu oyunun bir parçası olmanın suçluluğu- birkaç ay sonrasında bir de bu eseri okumak bana savaşın satranç ve satranççılar üzerindeki etkileri hakkında bir yazı kaleme almayı düşündürttü. Hem Müttefikler hem de Mihver tarafında birçok farklı satranççı savaştan fazlasıyla etkilenmiştir kuşkusuz, 1939 Buenos Aires Olimpiyatı’ndan sonra Najdorf, Czerniak gibi birçok satranççı savaşın başladığı Avrupa’ya geri dönmemeyi seçerken Estonyalı efsane Keres tarihe şampiyon olarak geçme fırsatını Alekhine ile planladığı unvan maçı savaş nedeniyle gerçekleşmediği için elde edememiştir. Ancak elbette en başta savaş meydanlarında, esir kamplarında, şehir bombardımanlarında yahut uzun süren kuşatmalar sonucu oluşan kıtlıklarda yaşamını yitiren birçok yetenekli ustayı anmak lazım: kadın satrancının öncüsü Vera Menchik, Çek satrancının babası Karel Treybal, ünlü Rus ustalar Aleksandr İlyin-Jenevski, Nikolay Riumin ve İlya Rabinoviç, Polonya kökenli Hollandalı Salo Landau, yetenekli Letonyalı usta Vladimirs Petrovs, ünlü etütçü Leonid Kubbel, diğer tarafta inançlı bir Nazi olarak ölen Klaus Junge ve daha niceleri…Hepsi için ayrı ayrı yazılar yazılabilir ancak bu yazının konusu iki savaş arası Polonya satrancının en kuvvetli isimlerinden biri, ünlü oyuncu ve problem kompozitörü: Dawid Przepiórka.

1880 yılında Varşova’da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğan Dawid Przepiórka (“David Pşepyurka” diye okunuyor, soyadının Lehçe’de bıldırcın anlamına geldiğini de ekleyelim) satrancı 7 yaşında, ailesinden kimsenin bilmemesine karşın kendi kendine öğrendi. Satranç tarihçisi Lissowski’ye göre ilk defa ismine 1891’deki bir problem çözme yarışmasında rastlanan Przepiórka, bir sene sonra henüz 12 yaşındayken ünlü usta Jan Taubenhaus’u bir gösteri oyununda yenmeyi başardı. Varşova Üniversitesi’nde matematik eğitimi aldıktan sonra 1905’te lisans sonrası eğitimi için önce Göttingen, daha sonra da Münih’e gitti. 1905-1914 arasında o zamanlar satrancın merkezi olan Almanya’da yaşayan genç Przepiórka’yı bu yıllarda uluslararası turnuvalarda oynarken görmeye başlıyoruz

Dawid Przepiorka

Satranca başladığında harika çocuk olarak kabul edilen genç Leh’in uluslararası arenadaki ilk deneyimleri aslında pek parlak değildi. Leo Fleischmann (Forgacs)’ın kazandığı 1905 Barmen Ustalar-B Turnuvası’nda -kariyerlerinin başındaki Spielmann ve Niemzowitsch’i de bu turnuvada görmekteyiz- +3 -6 =8 gibi vasat bir skor elde eden Przepiórka, en üst seviyedeki ilk turnuvası olan -15. Alman Satranç Birliği Kongresi kapsamında düzenlenen- Nürnberg 1906’yı son sırada tamamlayabildi. Przepiórka’nın oyununda yüzeysel bir açılış hazırlığı, yeterince gelişmemiş bir tehlike duygusu ve düşük taktik farkındalığın izlerine rastlamak mümkün ki bu da Tarrasch, Marshall, Janowski gibi devlerle mücadele etmek için elbette yeterli değildi. Schlechter’e kaybettiği bu oyun satranç tarihine geçmiştir:

Nürnberg’teki facianın ardından iki yılda bir düzenlenen Alman Satranç Kongresi’nin turnuvalarında oynamaya devam eden Leh satranççı skorunu giderek geliştirdi ve yurttaşı -Polonya diye bir devletin 18.yy sonundan 1918’e dek olmadığını da hatırlatmak lazım, dolayısıyla o tarihte her iki oyuncu da aslında Rus vatandaşıydı- Rubinstein’ın Duras ile birinciliği paylaştığı 1912 senesinde 8,5/17 skoruyla zamanının en iyi satranççıları arasında -Lasker, Capablanca ve henüz rüştünü tam ispat etmediyse de Alekhine dışında-turnuvayı orta sıralarda bitirmeyi başardı. Yine de bu turnuvadaki oyunlarına bakıldığında Varşovalı satranççının oyun seviyesinin henüz üst düzeyde olmadığı anlaşılır.

Araya giren dünya savaşının ardından Przepiórka 1920’li yıllarda en büyük başarılarına imza attı. Meran 1924’te Grünfeld, Spielmann ve Rubinstein’ın ardından ünlü problem kompozitörü Selezniev ile 4-5. sıraları paylaşan oyuncu aynı yıl Györ’deki turnuvada Nagy’nin ardında fakat Maroczy, Steiner, Vajda, Vukovic gibi isimlerin önünde ikinci olmayı başardı. İki grup halinde düzenlenen 1924/25 Hastings Turnuvası’nda grubunda birinciliği paylaşan Przepiórka -daha sonra Marienbad ve Debrecen’de hayal kırıklığına uğradıysa da- artık satranç elitinin bir üyesi olmaya hak kazanmış gibi görünüyordu. Hastings’te Seitz’ı yendiği güzel parti teorik önemi ve kuşkusuz kendi stiline yakınlığı nedeniyle Alekhine’in dikkatini çekmiş ve geleceğin şampiyonu, partiyi Wiener Schachzeitung için analiz etmişti:

1926’da ilk kez düzenlenen Polonya Şampiyonası’nı kazanan Przepiórka aynı yılın sonunda önce Meran’da Colle’nin sadece yarım puan arkasında 2-4. sıraları paylaştı ve hemen ardından Münih’te Noel zamanı düzenlenen altı kişilik küçük bir turnuvayı 4,5/5 skoruyla Bogolyubov, Spielmann ve Saemisch’in önünde birinci bitirerek en önemli başarılarından birine imza attı. 1926 itibariyle Bogolyubov ve Spielmann’ın Lasker, Capablanca, Alekhine, Niemzowitsch ile birlikte dünyanın en iyi satranççıları arasında olduğu düşünülürse bu zaferin önemi daha iyi anlaşılır. Kariyerinde birçok defa yendiği Spielmann’ı belki de Avusturyalı satranççının en formda olduğu sene nasıl mağlup ettiğine bir bakalım isterseniz:

1928’de ilk defa düzenlenen Dünya Amatörler Şampiyonası’nı aralarındaki partiyi kazanmasına karşın Max Euwe’nin bir puan gerisinde ikinci bitiren Przepiórka -Bu arada Budapeşte 1929’da Capablanca ile berabere kaldığını da anmadan geçmeyelim- 1930’da Hamburg’ta düzenlenen 3. Satranç Olimpiyatı’nı şampiyon bitiren Polonya takımında Rubinstein ve Tartakower’in ardından üçüncü masada oynamış ve masasında 9/13 skoruyla önemli katkı yapmıştır. Bir sonraki yıl Prag’ta ABD’nin arkasında sürpriz bir şekilde ikinci olan takımda yine yer alan Przepiórka daha sonra ise turnuva satrancından çekilerek Polonya Satranç Federasyonu’nda görev almış, finansal olarak hamilikte bulunmuş ve 1935’te Varşova’da düzenlenen 6. Satranç Olimpiyatı’nı başarıyla organize eden ekibin de başında yer almıştır. Tüm bunlar olurken 1926-1935 yılları arasında Swiat szachowy (Satranç Dünyası) satranç dergisini çıkarmayı da ihmal etmeyen Przepiórka, Mareşal Piłsudski’nin genç cumhuriyetinde yükselen antisemitizm dalgasına rağmen satrancın gelişmesine önderlik eden bir pozisyondadır.

1930 Hamburg Olimpiyat Şampiyonu Polonya Milli Takımı
Soldan sağa: Paulin Frydman, Ksawery Tartakower, Stefan Rotmil (takım kaptanı), Akiba Rubinstein, Kazimierz Makarczyk, Dawid Przepiórka, Marian Wróbel

Nazi Almanyası ile nispeten dostane ilişkilerine ve hatta Çekoslovakya işgalinde iş birliği yapmasına rağmen Polonya Cumhuriyeti, 1 Eylül 1939’da işgal edilmekten kurtulamaz. Wehrmacht, hızlı bir şekilde tüm Polonya’yı ele geçirirken zaten çok da rahat bir durumda olmayan Polonya Yahudileri için kâbus başlamıştır. Satranca meraklı Hans Frank’ın başında bulunduğu Genel Hükümet, bir yandan Alekhine, Bogolyubov, Junge, Schmidt gibi oyuncuların katıldığı turnuvalar organize ederken diğer yandan da Yahudi satranççılara cehennemi yaşatır.

Varşova’daki evi daha savaşın başında Nazi bombardımanında yıkılan Przepiórka, kendisi gibi yine ünlü bir problem kompozitörü olan hem öğrencisi hem dostu Marian Wróbel’in (Kaderin cilvesi, onun soyadı da “serçe” anlamına geliyor) evine taşınır. Satranç sevgisi ölümüne dek devam eden üstat, Ocak 1940’ta işgal altında, toplantı yasaklarının olduğu şehirde satranç kahvesine çevrilmiş bir apartman dairesinde 30 kadar satranççıyla birlikteyken bir Gestapo baskınıyla tutuklanır. Tutuklananların arasında bilindik bir isim, Mojżesz Łowcki (Lowtzky diye de ismine kitaplarda rastlamış olabilirsiniz, “Vovski” gibi okunuyor) de vardır. Yahudi olmayanlar birkaç gün sonra serbest bırakılırken Przepiórka ve Lowcki’nin de aralarında olduğu Yahudi satranççılar Pawiak Hapishanesi’ne nakledilir. Bir süre tutuklu kalan Przepiórka Nazilerin Polonya’nın kültürel ve siyasi elitlerini yok etme programı çerçevesinde Varşova’nın kuzeybatısındaki Kampinos Ormanı’na komşu Palmiry kasabasına götürülür ve büyük ihtimalle 22 Ocak 1940’ta ormanın içerisinde hazırlanan bir alanda Polonya entelijansiyasının birçok önemli ismi ile birlikte kurşuna dizilerek hayatını kaybeder.

Palmiry katliamından bir sahne, mahkumların infazdan önce gözleri bağlanıyor

Tutukluyken beraber kaldığı Zygmunt Szulce, ki kendisi daha sonra Leh satranç literatürü için önemli bir oyunsonu kitabı yazacaktır, daha sonra Przepiórka’nın son günlerine dair şöyle yazmıştır:

“Cezaevi yetkilileri satranç oynamamıza izin vermişlerdi, böylece zaman öldürmek ve sinirlerimizi yatıştırmak için biz de ışık elverdiğince neredeyse durmaksızın satranç oynuyorduk. Bir gün Przepiórka kritik kareler hakkında ufak bir ders verdi, herhalde son dersiydi. Bu ders benim -piyon oyunsonlarında- yarattığım hat konsepti için bana yardımcı oldu ve ben de bu hattı Przepiórka’nın anısına “Przepiórka Hattı” olarak isimlendirdim.”

“Przepiórka Hattı”, şah ve piyon şaha karşı oyunsonlarında piyon sahibi olan tarafın şahının hangi karelerde olursa kesinlikle kazanacağına dair bugün hemen her satranççının bildiği teoriyi cisimleştirir.

Bugün savaş suçlusu Hans Frank ve diğer Naziler nefretle anılır, infaz mangalarında  yer alan askerlerin isimleri tarihin çöplüğünde yer alırken Przepiórka ürettiği problemler, etütler ve bize miras bıraktığı oyunları ve yazılarıyla halen yaşamaktadır. Bu yazı Przepiórka başta olmak üzere Holokost kurbanı tüm satranççılara ve elbette bu yazı için ilham veren Icchokas Meras ile kahramanı Isaak Lipman’a ithaf olunur.

Son olarak en az oyunculuğu kadar kompozitörlüğüyle de ünlü Przepiórka’dan küçük bir problem seçkisiyle bitirelim.

Časopis Československých Šachistů (ÚJČŠ),1925

Beyaz oynar, 3 hamlede mat Schweizerische Schachzeitung 1.lik Ödülü 1916

Beyaz oynar, 4 hamlede mat Algemeen Handelsblad 3.lük Ödülü, 1917

Beyaz oynar, 3 hamlede mat Akademische Monatshefte (Georg Ernst ile birlikte), 1909

Beyaz oynar, 12 hamlede mat