Mannheim’da Bir Osmanlı: Bohor Hallegua

Temmuz 1914’te Mannheim’da 19. Alman Satranç Kongresi kapsamında oynanan Ustalar Turnuvası satranç tarihinde aniden patlak veren savaş yüzünden yarıda kesilmesi nedeniyle özel bir yere sahiptir. Düşman ülke vatandaşları olarak -turnuva yarıda kesildiğinde turnuvayı ilk sırada götürdüğü için birinci ilan edilen- Alekhine başta olmak üzere Bogolyubov ve Romanovski gibi tanınmış oyuncuların da aralarında olduğu toplam 11 Rus oyuncunun Almanya’da enterne edilmesi ve daha sonraki maceraları başlı başına bir kitap konusu olabilir ve hatta yakın zamanda olmuştur da. (Bkz: Gillam A.J. Mannheim 1914 and the Interned Russians, The Chess Player. 2014) Ancak Mannheim 1914’ün özellikle bizleri ilgilendiren bir başka hikayesi var ki o da en az Alekhine’in Almanya’dan Rusya’ya dönüş öyküsü kadar enteresan.

19. Alman Satranç Kongresi kapsamında düzenlenen tek turnuva Ustalar Turnuvası değildir, bunun yanı sıra Hauptturnier – A (Ana turnuva-A), Hauptturnier – B (Ana turnuva-B) ve sadece Alman Satranç Birliği üyelerine açık Nebenturniere (Yan turnuvalar) da vardır. Özellikle birinci olanın Alman Satranç Birliği nazarında usta kategorisine yükseleceği -ve dolayısıyla ustalara açık üst kategoride oynayabilecek hale geleceği-Hauptturnier-A’da ünlü isimleri görmek mümkündür: Ilya Rabinoviç, Carl Ahues, Fedor Bohatırçuk, Lajos Asztalos, Aleksey Selezniyov, Karel Opocensky…Fakat final sıralamasına baktığımızda en tepede, daha sonraki yıllarda belki en üst düzeyde olmasa da onun bir seviye altında yer alan tanınmış oyuncular olacak bu satranççıları değil, Wiener Schachzeitung’un tabiriyle: “Halegna, bir Türk”ü görürüz! Soyadı büyük olasılıkla Deutsche Schachzeitung tarafından yazıldığı şekliyle “Hallegua” olan satranççı, turnuva yarıda kesildiğinde 8/11 puanla Rabinoviç ve Tenner’in yarım puan önündedir ve bir tur eksik oynayan ve yarım puan daha az ancak daha iyi bir yüzdeye sahip Rabinoviç ile birlikte birinci ilan edilir.

Wiener Schachzeitung 1915 Mayıs-Haziran sayısından (Gecikmeli olarak turnuva sonuçları verilmiş)

Maalesef Bohor Hallegua’nın hayatına dair fazla bir bilgi mevcut değil, var olan bilgileri ise Alexander Bock’un Wikipedia’nın Almanca sürümüne yazdığı “Bohor Hallegua” makalesine borçluyuz. 1910 senesi civarında Paris’te bir lisede okuduğu ve 1914’te kendisinden “genç adam” olarak bahsedildiğini biliyoruz, dolayısıyla doğum tarihini 1890-1895 yılları arasına tarihlememiz mantıklı görünüyor. Bock’a göre soyadından yola çıkarak Selanik’teki Yahudi cemaatine mensup olması olası olan Hallegua, birçok Osmanlı eliti gibi kendisini devrin kültür başkenti Paris’te bulmuş olmalı. Lise yıllarında satrancı öğrenen Hallegua, daha sonra Quartier Latin’de bulunan bir satranç cemiyeti olan L’Académie Ludo ‘da düzenli olarak oynamaya başlar.

 Haziran 1912’de Eduard Lasker’i bir simultanede yenen Hallegua Ekim 1913’te ise bu sefer Capablanca’yı Kübalının L’échiquier satranç kulübünde verdiği simultanede yenmeyi başaran iki isimden biri olur ve Paris satranç çevrelerindeki şöhretini artırır. 1913-1914 yıllarında Janowski ve Marshall gibi devrin en iyi oyuncularından ikisiyle danışmalı partiler oynayan -ki bunlardan birinde Marshall’ın içinde olduğu trioyu partnerleriyle birlikte yenmeyi başaracaktır- Bohor Hallegua Şubat-Mart 1914’te meşhur Café de la Régence’ta oynanan on oyunculuk döner sistem bir turnuvayı 6/9 skoruyla Janowski’nin arkasında fakat Lazard gibi önemli isimlerin önünde ikinci tamamlamıştır. Mannheim’ın hemen öncesine 12-14 Temmuz tarihleri arasında L’échiquier’de düzenlenen üst düzey bir dörtlü turnuvada, Alekhine, Marshall ve geleceğin Fransa şampiyonu Muffang ile oynayan Hallegua üç partiyi de kaybederek son sırayı alır. Yine de böyle bir turnuvada oynaması bile onun oyun kuvvetine ve şöhretine bir işarettir.

Frédéric ve Gustave Lazard, Hallegua’nın da müdavimi olduğu Café de la Régence‘ta satranç oynuyor

Haziran ayında Mannheim’daki Hauptturnier-A’ya katılmak için başvuran ve kabul edilen Hallegua, 20 Temmuz’da başlayan turnuvada daha önce gördüğümüz gibi hiç de fena olmayan rakipler karşısında adeta fırtına gibi eser. Tek mağlubiyetini Tenner’e karşı alan satranççı, +6 =4 -1 skoruyla ilk 11 turu 8 puanla lider kapatmayı başarmıştır! Bohor Hallegua’nın oyun seviyesinin hiç de hafife alınmaması gerektiğini gösteren bir skor. Nitekim Hallegua’nın bu turnuvadan notasyonu bize ulaşan tek partisindeki rakibi Hollandalı Schelfhout, her ne kadar başarısını sürpriz olarak nitelese de, Hallegua’nın “sağlam ve güçlü konumsal oyununu” övmektedir.

Tabii 1 Ağustos’ta Almanya’nın seferberlik ilan etmesi ve Rusya’ya savaş açmasıyla turnuva yarıda kalınca daha önce bahsettiğimiz gibi genç Osmanlı Rabinoviç ile birlikte birinci ilan edilir ve böylece satranç kariyerinin en büyük başarısını elde etmiş olur! Ancak patlak veren savaş, Hallegua’nın sevincini kursağında bırakır zira artık Fransa Osmanlı İmparatorluğu -ve elbette Almanya- ile ayrı kamplardadır ve Fransa’ya geri dönmek bir Osmanlı için tehlikeli olabilir. 1915’e kadar Almanya’da kalan Hallegua -bu süre zarfında Humbert’e karşı bir yazışmalı parti oynamıştır- daha sonra Paris’e geri döner. Mayıs 1915’te Cercle Philidor satranç kulübünde danışmalı partiler oynarken gördüğümüz oyuncunun izine daha sonrasında Bock 1921’e dek rastlamamıştır, dolayısıyla bu arada ne yaptığını bilmiyoruz ancak satranç kulüplerinde oynamaya devam ettiği hemen hemen kesin. Zira Paris’teki Les échecs du Palais-Royal satranç kulübünün 15 Nisan 1921’de yayınladığı üye listesinde kendisini onur üyesi olarak görmekteyiz, üstelik adresi de mevcut: Rue de l’Abbé-de-L’Épée 5, 5. Arrondissement. Belki kendisini araştırmak isteyen meraklılar olursa bu bilgi faydalı olabilir.

Hallegua’ya dair Bock’un bulabildiği son referans ise Deutsche Schachzeitung’un Ekim 1926 sayısıdır. Fransız Savunması’nın Alekhine-Chatard Atak devamyoluna dair okur mektuplarından gelen tavsiyelerin belirtildiği sayfada Hallegua’nın da adı geçmektedir. Bu tarihten sonra ise Hallegua’nın izine maalesef rastlanamamıştır. Ancak herhalde satranç hummasının kendisinin peşini bırakmadığını varsaymak yanlış olmaz.

Satranç dışı hayatına dair hiçbir bilgimizin olmadığı ve hatta satrancına dair de elimize çok az malzeme kalan Bohor Hallegua halen araştırılmayı bekleyen bir kişiliktir. 17.yüzyıla kadar şatranjda en ileri ülkelerden biri olan Osmanlı İmparatorluğu satrancın Avrupa’daki evrimine -diğer birçok alanda olduğu gibi- ayak uyduramamış ve maalesef satrançta esamesi okunmayan bir ülke haline gelmişken Bohor Hallegua gibi bir ismin varlığı satranç tarihimiz açısından son derece büyük önem teşkil ediyor. Elbette lise yıllarından itibaren Fransa’da yaşayan ve satrancı da yine bu ülkede öğrenen Hallegua Fransız satranç camiasının bir ferdidir ancak 19.yüzyıl sonu imparatorluğun en kozmopolit kentinden çıkan Yahudi bir satranç oyuncusunun satranç tarihimize renk katacak keşfedilmeye değer bir hayatı olduğu da muhakkak. Selanik nüfus kayıtları yahut Paris’te yapılacak detaylı araştırmalar ile belki bir gün Mannheim’ın muzaffer Osmanlısının gizemli hayatı açıklığa kavuşur.

Son olarak Mannheim 1914’te Hallegua’nın Schelfhout’u yendiği partiye bakalım. Sizce de Capablanca’yı hatırlatan oldukça temiz bir galibiyet değil mi?

Referanslar

1. Seite „Bohor Hallegua“. In: Wikipedia, Die freie Enzyklopädie. Bearbeitungsstand: 17. Dezember 2019, 22:37 UTC. URL: https://de.wikipedia.org/w/index.php?title=Bohor_Hallegua&oldid=194999454 (Abgerufen: 5. Mai 2020, 11:35 UTC)

Peru Ölümsüzü, Esteban Canal ve Kemal Paşa

İtalyan yazar Paolo Maurensig, Alekhine’in ölümüne dair romanı “Teoria delle ombre”ye (“Gölge Teorisi”) bir alıntıyla başlar:

“Eğer Alekhine, kitlesel imha silahlarının mucidi ve bu yüzden güç sahipleri tarafından korunan, Yahudilerden nefret eden bir Nazi bilimadamı olsaydı entelektüel ayak takımı korkakça susardı. Bunun yerine, kurban acı zehri son damlasına kadar içmek zorundaydı. Ölümü gibi her şeyin üstünde bir olay bile bayağı bir şekilde kirletildi. Ve biz korkaklar hislerimizi bastırdık, sessiz kaldık. Çünkü bizi, beyazları ve siyahları, Yahudiler ve Hristiyanları, kardeşçe birleştiren tek bir erdem var: korkaklık”

Savaş sonrası gösterilen ikiyüzlü tutumu özetleyen bu güzel sözler, İtalya’ya yerleştikten sonra 1923 senesinde Torino’da Alekhine’e karşı bir gösteri oyununda sergilediği oyun seviyesiyle Rus yıldızı etkileyen ve daha sonra Alekhine sayesinde turnuvalara davetler alan Perulu usta Esteban Canal’a ait. Özellikle 20’li ve 30’lu yıllardaki turnuvalarda sıklıkla ismine rastladığımız Canal’a ayrıca açılış teorisine yaptığı katkılardan da aşinayız elbette, İskoç Gambiti (1.e4 e5 2.Af3 Ac6 3.d4 exd4 4. Fc4 Af6 5.0-0 Axe4 6.Ke1 d5 7.Ac3!?), Kabul Edilmeyen Vezir Gambiti (1.d4 d5 2.c4 e6 3.Ac3 Af6 4. Fg5 c5 5. cxd5 Vb6!?), İtalyan Açılışı (1.e4 e5 2. Af3 Ac6 3.Fc4 Fc5 4. Ac3 Af6 5.d3 d6 6. Fg5 h6 7.Fxf6 Vxf6 8. Ad5 Vd8 9.c3 ve sonra 10.d4, Canal Atak) ve birkaç açılışta daha Canal’ın icat ettiği ve dolayısıyla onun ismiyle anılan ilginç varyantlar mevcut. Fakat herhalde Perulu-İtalyan ustanın kartviziti tam olarak kesin olmasa da büyük olasılıkla 1934’te bir simultanede oynadığı ve “Peru Ölümsüzü” olarak anılan şu minyatürdür:

Chessmetrics’e göre Canal’ın 1933-1934 yıllarında dünyanın sekiz numarası olduğunu da eklemek gerekiyor kuşkusuz. Önemli turnuva zaferleri arasında Budapeşte 1933, Reus 1936 ve Venedik 1953’ü sayabiliriz, 1926’da Meran’da Spielmann, Tartakower, Colle, Kostic, Yates, Przepiorka gibi isimlerin önünde açık ara liderken son üç turda yarım puan almasının ardından paylaşmak durumunda kaldığı ikincilik de üst seviye bir turnuvada alınmış olması nedeniyle değerli.

İkinciliği O’Kelly ile paylaştığı Venedik 1947 ise bizim açımızdan anlamlı zira aynı turnuvada genç Türkiye Cumhuriyeti’nin şampiyonu Selim Palavan’ı da görüyoruz, fakat bu başka bir yazının konusu, şimdilik Canal’ın bu turnuvada Palavan’ı yendiğini söylemek yeterli.

Esteban Canal (Reus 1936)
Kaynak: https://www.ajedrez365.com/2012/08/torneo-internacional-ajedrez-reus-1936-esteban-canal-campeon_24.html

Şaşırtıcı olan ise Canal’ın yolunun kesiştiği Türkiye’den tek isim Palavan değil! Sözü Yahudi olduğu için Üçüncü Reich’tan kaçarak Güney Afrika’ya yerleşmek zorunda kalan Alman satranççı Wolfgang Heidenfeld’e verelim:

“İtalyan satrancının büyük yaşlı adamı benim de davet edilmek talihine sahip olduğum Venedik 1953’ü kazanan aslen Perulu Esteban Canal’dır. Tüm satranççıların arasında en ilginç ve eğlenceli kişiliklerden biridir. Eski bir gezgin muhabir olarak altı veya yedi dili konuşan Canal, Kemal Paşa ve Abdülkerim Hattabi gibi VIPler ile olan hatıralarını titizlikle korumaktadır.”  (Chess Springbok: An Account of a South African Chess Player’s Experiences Overseas)

Öyle görünüyor ki Esteban Canal, 1920’ler veya 1930’larda büyük olasılıkla bir muhabir olarak geldiği ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmüş! Heyecan verici bir hikâye. Ne yazık ki Zichichi’nin “Esteban Canal” biyografisine erişemedim, belki orada Canal’ın gazeteciliğine dair ayrıntılar mevcuttur ki bunlar da bizi gazete arşivlerine ve oradan da Canal’ın hazırlamış olabileceği Türkiye haberine götürebilir. Hemingway, Thomas Mann, Stefan Zweig gibi büyük yazarlarla tanışan, anarşizme sempati duyan bir entelektüel olarak Canal’ın Mustafa Kemal hakkındaki izlenimlerini okumak çok ilginç olabilirdi.

Son olarak Esteban Canal’ın satranç anlayışına dair bir anekdotla yazıyı noktalayalım:

“Bir seferinde bir arkadaşı Canal’dan satranç stilini tanımlamasını istemişti. Canal, ‘Bak Cordara’ dedi, ‘Ben satranç oynadığımda kendimi pencereden aşağı atarım ve ancak oyunun sonunda dört ayak üstüne düşüp düşmediğimi anlarım.”

Yararlanılan Kaynaklar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Esteban_Canal
http://tartajubow.blogspot.com/2018/03/who-was-esteban-canal.html
https://antoniogude.com/esteban-canal

J’accuse!

J’accuse!

Zola değil, Dr. Tartakower de, R. Spielmann’dan

Pek saygıdeğer Bay Dünya Şampiyonu Dr. Alekhine!

Herhalde benim yüce dünya şampiyonluğu tahtının bile önünde eğilmek bilmeyen pervasızlığıma şaşıracaksınız. Ama suçluyorum! Elbette bir satrançsever olarak sadece derin bir saygı ve takdir beslediğim dahiyane oyununuzu değil. Hayır, suçlamam dünya şampiyonu Dr. Alekhine’e yönelmiyor, suçlamam meslektaşım Dr. Alekhine’e. Çünkü satranç olarak bize üstünlüğünüz aşikâr da olsa biz sizin meslektaşınızız ve öyle kalacağız, ölümsüz yaratınız için nihayetinde bize ihtiyacınız var. Bir atasözü şöyle der: “Zenginlik şahane bir bıçaktır, ama onu ekmeği bölmekte kullanmalı, yaralamakta değil”. Selefleriniz Steinitz, Lasker ve Capablanca bu öğüde sadık kaldılar ve üst düzey turnuvalardaki genel şartların daha iyi hale gelmesini sağladılar. Eğer şimdi sizin elinizdeki dünya şampiyonluğu denen keskin silahı hangi amaçlara yönelik kullandığınızı sorgularsam bunun için bana kızamazsınız. Beni yanlış anlamayın, mesleki bir kıskançlıkla konuşmuyorum. Sizin yeterince zorlu bir mücadeleyle kazanılmış hakkınızı tartışacak son kişiyim. Her alanda en yüksek düzeydeki başarılar özellikle övülür, bu neden satrançta da böyle olmasın? Ancak siz San Remo 1930 ve Bad Bled 1931’de ekstra katılım payının yanı sıra özel şartlar da koydunuz ve böylece Capablanca’yı bu turnuvalara katılmaktan fiilen menettiniz. Tabii ki Capablanca’yı doğrudan geri çevirmediniz, bunun için çok daha gizli kapaklı bir yol seçtiniz. Ancak bu, meselenin bu işi iyi bilen bendenizin görebildiği içyüzünü değiştirmiyor. Capablanca New York 1927’deki ezici zaferinin cezasını böyle ağır bir şekilde mi çekmeli?

Rudolf Spielmann

Ama geçmişi bırakalım ve en iyisi sizin ve Capablanca’nın ardından günümüzün en başarılı ustası denilebilecek meslektaşınız Nimzowitsch’ten bahsedelim. Londra 1932‘ye veya şimdi Bern’e bir davet almaması dikkat çekici değil mi? En azından sizin için Nimzowitsch’e bir davet yollamak kolay olurdu. Bir Dr. juris -hukuk doktoru- olarak dolus eventualisi mutlaka bilirsiniz. Bu da yetmedi, bu sadece dağ havasında serpilebilen yoksul kemancı da sizin için istenmedik bir rakip olmuşa benziyor. Yoksa iki aydan fazla bir süre önce kurallara uygun bir şekilde -her ne kadar bağlayıcı bir biçimde olmasa da- konaklamama dair aldığım direktifin ardından Bern Yaylası’ndan aniden uzaklaştırılmam başka nasıl açıklanabilir? Bern’deki komite sizin sonradan onayınızla bir uluslararası ustanın fazlalık haline geldiğini dayanak gösteriyor. İtibarınıza şapka çıkarıyorum! Ama dünya şampiyonluğunun gücünden başka dünya üzerindeki hangi kuvvet İsviçre Satranç Derneği’nin yedi yerine altı uluslararası ustayı kabul etmesini engelleyebilirdi? “İsviçre Ordusu” bu durumda dokuz adama düşecekti belki ama bu da İsviçre Şampiyonası’nın yapılması için tamamen yeterli olurdu. Benim sevgili dünya şampiyonum, rakiplerinizi pataklamaya devam ediniz ve bütün satranç dünyasını büyüleyecek daha birçok büyük işler başarınız; yalnız komutanlık taslamayı bırakınız. Değilse size Marco gibi Eski Ahit’ten Hoşea Peygamber’in sözleriyle seslenmek zorundayım: “Rüzgâr ektiler, fırtına biçecekler”.  Sabrımız doldu taştı, okyanusun bu ve öte tarafında dünya şampiyonunun diktatörlüğüne karşı çıkan sesler giderek artıyor.

Rudolf Spielmann

Wiener Schachzeitung 1932, 10. Sayı


Notlar

1. “bu sadece dağ havasında serpilebilen yoksul kemancı”: Spielmann, Avusturya Alplerindeki bir dağ kasabası olan Semmering’te 1926 yılındaki zaferine atıfta bulunuyor. “Yoksul kemancı” ise Grillparzer’in “Der arme Spielmann”, “Yoksul Çalgıcı” oyununa bir gönderme

2. “İsviçre Ordusu” bu durumda dokuz adama düşecekti belki ama bu da İsviçre Şampiyonası’nın yapılması için tamamen yeterli olurdu”: Bern 1932 değişik bir formatta oynanmıştı, Alekhine, Flohr, Euwe, Mir Sultan Khan, Bogolyubov ve Bernstein’a 10 İsviçreli oyuncu eşlik ediyordu ve bu oyuncular aynı zamanda İsviçre şampiyonu olabilmek için oynuyordu. Turnuvada 7. olan Hans Johner İsviçre şampiyonu olmuştu.

3. “Marco gibi”: Spielmann, Georg Marco’nun yine Wiener Schachzeitung’ta (1906, Sayı 1-2) Tarrasch’a aynı sözlerle seslendiğini hatırlatıyor.

Bir Anlık Beraberlik ve Dawid Przepiorka

Her şeyin ama en çok da iletişim teknolojilerinin durmaksızın değiştiği bir çağda posta kutusu da artık arkaik bir nesne haline geldi. Çok değil birkaç kuşak önce bireyler arasındaki başlıca yazılı iletişim kanalı olan posta bugün daha çok kurumların bireyler ile olan iletişimini sağlamakla yükümlü, anahtarı posta kutusunun kilidine sokup çevirdiğimizde bizi karşılayan Marquise de Merteuil’den bir mektup -yahut Yakov Estrin veya bizden bir şampiyondan bahsedersek Tunç Hamarat’tan bir hamle- değil fatura veya kredi kartı ekstresi oluyor. Bu yüzden herhalde posta kutusunda Alman bir arkadaşımdan gelen sarı bir zarf görünce yaşadığım mutluluğu tahmin edebilirsiniz.

“Zarfa değil mazrufa bakın” öğüdünü dinleyerek zarfı yırttığımda beni, arkadaşımın mektubunun yanı sıra küçük bir kitap da karşılayınca elbette mutluluğum daha da arttı: Daha önce hiçbir eserini okumadığım Litvanyalı bir yazar Icchokas Meras’tan Almanca çevirisiyle “Remis für Sekunden”. “Birkaç Saniyelik Beraberlik” veya “Bir Anlık Beraberlik” olarak dilimize çevrilebilir, ama eserin Türkçe çevirisinde “Oyun Asla Berabere Bitmez” başlığı kullanılmış, merak edenler Om Yayınevi’nden 2012’de Aykut Derman çevirisiyle çıkan eseri internet üzerinden edinmeye çalışabilirler.

Remis für Sekunden

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgali altındaki Vilnius’ta Yahudi gettosunda geçen roman, 17 yaşındaki genç Isaak ve getto komutanı Schoger arasında hayat ve ölüm üzerine oynanan bir satranç partisini temel alıyor. Satranç meraklısı bir Nazi subayı olan Schoger, kendisinden iyi bir oyuncu olan Isaak’a bir seçim sunar: partiyi Isaak kazanırsa gettodaki çocuklar toplama kampına gönderilmeyecek fakat Isaak kurşuna dizilecektir, eğer Isaak kaybederse kendi hayatı kurtulacak fakat gettodaki çocuklar ölüme yollanacaktır. Isaak bu ikilemi çözmenin en iyi yolunun beraberlik olduğunu düşünür ancak partiyi berabere bitirmek o kadar kolay olmayacaktır.


Bergman’ın “Yedinci Mühür”de yaptığı gibi satranç partisini bir leitmotiv gibi kullanan Meras, sade ve insancıl bir dille gettodan aşk, direniş ve dayanışma hikayeleri anlatarak bize hem getto hayatının bir eskizini çiziyor hem de insanlık tarihinin herhalde en korkunç zulmüne karşı Yahudilerin ruhen kazandıkları “zafer”i anlatıyor. Romanı kesinlikle tüm edebiyatseverlere -ve elbette siz satrançseverlere-tavsiye ediyorum, Icchokas Meras, getirdiği farklı duyarlılık ve özgün dille İkinci Dünya Savaşı literatüründe Primo Levi, Romain Gary gibi isimlerin yanında mutlaka anılması gereken bir isim.

Icchokas Meras (1934-2014)

Auschwitz-Birkenau’yu ziyaret etmemin -iki düzeyde rahatsız edici bir tecrübe: yaşanan trajedinin korkunçluğu ve de bunu turistik bir deneyim haline getirmenin ve bu oyunun bir parçası olmanın suçluluğu- birkaç ay sonrasında bir de bu eseri okumak bana savaşın satranç ve satranççılar üzerindeki etkileri hakkında bir yazı kaleme almayı düşündürttü. Hem Müttefikler hem de Mihver tarafında birçok farklı satranççı savaştan fazlasıyla etkilenmiştir kuşkusuz, 1939 Buenos Aires Olimpiyatı’ndan sonra Najdorf, Czerniak gibi birçok satranççı savaşın başladığı Avrupa’ya geri dönmemeyi seçerken Estonyalı efsane Keres tarihe şampiyon olarak geçme fırsatını Alekhine ile planladığı unvan maçı savaş nedeniyle gerçekleşmediği için elde edememiştir. Ancak elbette en başta savaş meydanlarında, esir kamplarında, şehir bombardımanlarında yahut uzun süren kuşatmalar sonucu oluşan kıtlıklarda yaşamını yitiren birçok yetenekli ustayı anmak lazım: kadın satrancının öncüsü Vera Menchik, Çek satrancının babası Karel Treybal, ünlü Rus ustalar Aleksandr İlyin-Jenevski, Nikolay Riumin ve İlya Rabinoviç, Polonya kökenli Hollandalı Salo Landau, yetenekli Letonyalı usta Vladimirs Petrovs, ünlü etütçü Leonid Kubbel, diğer tarafta inançlı bir Nazi olarak ölen Klaus Junge ve daha niceleri…Hepsi için ayrı ayrı yazılar yazılabilir ancak bu yazının konusu iki savaş arası Polonya satrancının en kuvvetli isimlerinden biri, ünlü oyuncu ve problem kompozitörü: Dawid Przepiórka.

1880 yılında Varşova’da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğan Dawid Przepiórka (“David Pşepyurka” diye okunuyor, soyadının Lehçe’de bıldırcın anlamına geldiğini de ekleyelim) satrancı 7 yaşında, ailesinden kimsenin bilmemesine karşın kendi kendine öğrendi. Satranç tarihçisi Lissowski’ye göre ilk defa ismine 1891’deki bir problem çözme yarışmasında rastlanan Przepiórka, bir sene sonra henüz 12 yaşındayken ünlü usta Jan Taubenhaus’u bir gösteri oyununda yenmeyi başardı. Varşova Üniversitesi’nde matematik eğitimi aldıktan sonra 1905’te lisans sonrası eğitimi için önce Göttingen, daha sonra da Münih’e gitti. 1905-1914 arasında o zamanlar satrancın merkezi olan Almanya’da yaşayan genç Przepiórka’yı bu yıllarda uluslararası turnuvalarda oynarken görmeye başlıyoruz

Dawid Przepiorka

Satranca başladığında harika çocuk olarak kabul edilen genç Leh’in uluslararası arenadaki ilk deneyimleri aslında pek parlak değildi. Leo Fleischmann (Forgacs)’ın kazandığı 1905 Barmen Ustalar-B Turnuvası’nda -kariyerlerinin başındaki Spielmann ve Niemzowitsch’i de bu turnuvada görmekteyiz- +3 -6 =8 gibi vasat bir skor elde eden Przepiórka, en üst seviyedeki ilk turnuvası olan -15. Alman Satranç Birliği Kongresi kapsamında düzenlenen- Nürnberg 1906’yı son sırada tamamlayabildi. Przepiórka’nın oyununda yüzeysel bir açılış hazırlığı, yeterince gelişmemiş bir tehlike duygusu ve düşük taktik farkındalığın izlerine rastlamak mümkün ki bu da Tarrasch, Marshall, Janowski gibi devlerle mücadele etmek için elbette yeterli değildi. Schlechter’e kaybettiği bu oyun satranç tarihine geçmiştir:

Nürnberg’teki facianın ardından iki yılda bir düzenlenen Alman Satranç Kongresi’nin turnuvalarında oynamaya devam eden Leh satranççı skorunu giderek geliştirdi ve yurttaşı -Polonya diye bir devletin 18.yy sonundan 1918’e dek olmadığını da hatırlatmak lazım, dolayısıyla o tarihte her iki oyuncu da aslında Rus vatandaşıydı- Rubinstein’ın Duras ile birinciliği paylaştığı 1912 senesinde 8,5/17 skoruyla zamanının en iyi satranççıları arasında -Lasker, Capablanca ve henüz rüştünü tam ispat etmediyse de Alekhine dışında-turnuvayı orta sıralarda bitirmeyi başardı. Yine de bu turnuvadaki oyunlarına bakıldığında Varşovalı satranççının oyun seviyesinin henüz üst düzeyde olmadığı anlaşılır.

Araya giren dünya savaşının ardından Przepiórka 1920’li yıllarda en büyük başarılarına imza attı. Meran 1924’te Grünfeld, Spielmann ve Rubinstein’ın ardından ünlü problem kompozitörü Selezniev ile 4-5. sıraları paylaşan oyuncu aynı yıl Györ’deki turnuvada Nagy’nin ardında fakat Maroczy, Steiner, Vajda, Vukovic gibi isimlerin önünde ikinci olmayı başardı. İki grup halinde düzenlenen 1924/25 Hastings Turnuvası’nda grubunda birinciliği paylaşan Przepiórka -daha sonra Marienbad ve Debrecen’de hayal kırıklığına uğradıysa da- artık satranç elitinin bir üyesi olmaya hak kazanmış gibi görünüyordu. Hastings’te Seitz’ı yendiği güzel parti teorik önemi ve kuşkusuz kendi stiline yakınlığı nedeniyle Alekhine’in dikkatini çekmiş ve geleceğin şampiyonu, partiyi Wiener Schachzeitung için analiz etmişti:

1926’da ilk kez düzenlenen Polonya Şampiyonası’nı kazanan Przepiórka aynı yılın sonunda önce Meran’da Colle’nin sadece yarım puan arkasında 2-4. sıraları paylaştı ve hemen ardından Münih’te Noel zamanı düzenlenen altı kişilik küçük bir turnuvayı 4,5/5 skoruyla Bogolyubov, Spielmann ve Saemisch’in önünde birinci bitirerek en önemli başarılarından birine imza attı. 1926 itibariyle Bogolyubov ve Spielmann’ın Lasker, Capablanca, Alekhine, Niemzowitsch ile birlikte dünyanın en iyi satranççıları arasında olduğu düşünülürse bu zaferin önemi daha iyi anlaşılır. Kariyerinde birçok defa yendiği Spielmann’ı belki de Avusturyalı satranççının en formda olduğu sene nasıl mağlup ettiğine bir bakalım isterseniz:

1928’de ilk defa düzenlenen Dünya Amatörler Şampiyonası’nı aralarındaki partiyi kazanmasına karşın Max Euwe’nin bir puan gerisinde ikinci bitiren Przepiórka -Bu arada Budapeşte 1929’da Capablanca ile berabere kaldığını da anmadan geçmeyelim- 1930’da Hamburg’ta düzenlenen 3. Satranç Olimpiyatı’nı şampiyon bitiren Polonya takımında Rubinstein ve Tartakower’in ardından üçüncü masada oynamış ve masasında 9/13 skoruyla önemli katkı yapmıştır. Bir sonraki yıl Prag’ta ABD’nin arkasında sürpriz bir şekilde ikinci olan takımda yine yer alan Przepiórka daha sonra ise turnuva satrancından çekilerek Polonya Satranç Federasyonu’nda görev almış, finansal olarak hamilikte bulunmuş ve 1935’te Varşova’da düzenlenen 6. Satranç Olimpiyatı’nı başarıyla organize eden ekibin de başında yer almıştır. Tüm bunlar olurken 1926-1935 yılları arasında Swiat szachowy (Satranç Dünyası) satranç dergisini çıkarmayı da ihmal etmeyen Przepiórka, Mareşal Piłsudski’nin genç cumhuriyetinde yükselen antisemitizm dalgasına rağmen satrancın gelişmesine önderlik eden bir pozisyondadır.

1930 Hamburg Olimpiyat Şampiyonu Polonya Milli Takımı
Soldan sağa: Paulin Frydman, Ksawery Tartakower, Stefan Rotmil (takım kaptanı), Akiba Rubinstein, Kazimierz Makarczyk, Dawid Przepiórka, Marian Wróbel

Nazi Almanyası ile nispeten dostane ilişkilerine ve hatta Çekoslovakya işgalinde iş birliği yapmasına rağmen Polonya Cumhuriyeti, 1 Eylül 1939’da işgal edilmekten kurtulamaz. Wehrmacht, hızlı bir şekilde tüm Polonya’yı ele geçirirken zaten çok da rahat bir durumda olmayan Polonya Yahudileri için kâbus başlamıştır. Satranca meraklı Hans Frank’ın başında bulunduğu Genel Hükümet, bir yandan Alekhine, Bogolyubov, Junge, Schmidt gibi oyuncuların katıldığı turnuvalar organize ederken diğer yandan da Yahudi satranççılara cehennemi yaşatır.

Varşova’daki evi daha savaşın başında Nazi bombardımanında yıkılan Przepiórka, kendisi gibi yine ünlü bir problem kompozitörü olan hem öğrencisi hem dostu Marian Wróbel’in (Kaderin cilvesi, onun soyadı da “serçe” anlamına geliyor) evine taşınır. Satranç sevgisi ölümüne dek devam eden üstat, Ocak 1940’ta işgal altında, toplantı yasaklarının olduğu şehirde satranç kahvesine çevrilmiş bir apartman dairesinde 30 kadar satranççıyla birlikteyken bir Gestapo baskınıyla tutuklanır. Tutuklananların arasında bilindik bir isim, Mojżesz Łowcki (Lowtzky diye de ismine kitaplarda rastlamış olabilirsiniz, “Vovski” gibi okunuyor) de vardır. Yahudi olmayanlar birkaç gün sonra serbest bırakılırken Przepiórka ve Lowcki’nin de aralarında olduğu Yahudi satranççılar Pawiak Hapishanesi’ne nakledilir. Bir süre tutuklu kalan Przepiórka Nazilerin Polonya’nın kültürel ve siyasi elitlerini yok etme programı çerçevesinde Varşova’nın kuzeybatısındaki Kampinos Ormanı’na komşu Palmiry kasabasına götürülür ve büyük ihtimalle 22 Ocak 1940’ta ormanın içerisinde hazırlanan bir alanda Polonya entelijansiyasının birçok önemli ismi ile birlikte kurşuna dizilerek hayatını kaybeder.

Palmiry katliamından bir sahne, mahkumların infazdan önce gözleri bağlanıyor

Tutukluyken beraber kaldığı Zygmunt Szulce, ki kendisi daha sonra Leh satranç literatürü için önemli bir oyunsonu kitabı yazacaktır, daha sonra Przepiórka’nın son günlerine dair şöyle yazmıştır:

“Cezaevi yetkilileri satranç oynamamıza izin vermişlerdi, böylece zaman öldürmek ve sinirlerimizi yatıştırmak için biz de ışık elverdiğince neredeyse durmaksızın satranç oynuyorduk. Bir gün Przepiórka kritik kareler hakkında ufak bir ders verdi, herhalde son dersiydi. Bu ders benim -piyon oyunsonlarında- yarattığım hat konsepti için bana yardımcı oldu ve ben de bu hattı Przepiórka’nın anısına “Przepiórka Hattı” olarak isimlendirdim.”

“Przepiórka Hattı”, şah ve piyon şaha karşı oyunsonlarında piyon sahibi olan tarafın şahının hangi karelerde olursa kesinlikle kazanacağına dair bugün hemen her satranççının bildiği teoriyi cisimleştirir.

Bugün savaş suçlusu Hans Frank ve diğer Naziler nefretle anılır, infaz mangalarında  yer alan askerlerin isimleri tarihin çöplüğünde yer alırken Przepiórka ürettiği problemler, etütler ve bize miras bıraktığı oyunları ve yazılarıyla halen yaşamaktadır. Bu yazı Przepiórka başta olmak üzere Holokost kurbanı tüm satranççılara ve elbette bu yazı için ilham veren Icchokas Meras ile kahramanı Isaak Lipman’a ithaf olunur.

Son olarak en az oyunculuğu kadar kompozitörlüğüyle de ünlü Przepiórka’dan küçük bir problem seçkisiyle bitirelim.

Časopis Československých Šachistů (ÚJČŠ),1925

Beyaz oynar, 3 hamlede mat Schweizerische Schachzeitung 1.lik Ödülü 1916

Beyaz oynar, 4 hamlede mat Algemeen Handelsblad 3.lük Ödülü, 1917

Beyaz oynar, 3 hamlede mat Akademische Monatshefte (Georg Ernst ile birlikte), 1909

Beyaz oynar, 12 hamlede mat