7-9.yy İslam Dünyası ve Şatranjın İslam Dünyası’na Girişi
Avrupa öncesi satranç tarihinin en önemli safhası kuşkusuz şatranjdır. Satranç literatürü ve onunla birlikte kültürünün doğuşunu müthiş bir aydınlanmanın yaşandığı, bilim ve aklın egemen olduğu İslam’ın Harun Reşit ile başlayan altın çağlarına borçluyuz. El-Adli, es-Suli, el-Laclac gibi ilk büyük oyuncular ve satranç yazarları bu aydınlanmanın ürünleri olarak 9. ve 10. yüzyıllarda ortaya çıkmış ve ilk satranç kitaplarını yazan isimler olmuştur.
Arapların satrançla tanışmasının Halife Ömer zamanında İran’ın fethi sayesinde olduğu akla yatkındır. El-Hakim’in “Nüzhet-el-erbab el-akıl fiş-şatranj el-mankıl” (Akıl erbabının eğlencesi, şatranjın bir tarifi) adlı 14.yüzyıla tarihlenen eserine göre ilk şatranj oynayan Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan (705) olarak geçmektedir. Yine bu kitapta anlatılan anekdota göre halifeye şatranj oynamaktan utanıp utanmadığı sorulunca, halife “Şatranj haram veya meysir (kumar) veya ansab (sözlük anlamıyla dikili taşlar, putlar kastediliyor) mıdır?” diye sorar. Soruyu soran es-Sabi’den “Hayır.” cevabını alınca Abdülmelik bin Mervan oyununa devam eder.
8. yüzyıl başı Arap edebiyatında da şatranja atıflar vardır. El-Farazdak ve el -Ahvaş gibi şairler şiirlerinde şatranja yer vermişlerdir. Bütün bunlara dayanarak, Murray’e göre daha Abbasi dönemi başlamadan evvel İslam dünyasında şatranjın popüler bir oyun niteliği kazandığı söylenebilir. Abbasiler döneminde de bu popülerlik devam etmiştir. Örneğin er-Ragıp’ın aktardığı eğlenceli bir rivayete göre Bağdat kuşatma altında ve şehir düşmek üzereyken bir ulak tehlikeyi haber vermek üzere Halife el-Emin’e gelince, halifeyi en sevdiği rakibi Kevser ile şatranj oynarken bulur. Ulak “Şimdi oyun zamanı değil, dua edip ayağa kalk ve daha ciddi işlerle uğraş.” demekten kendini alamaz. Ancak halife sakin bir şekilde: “Sabret, dostum. Birkaç hamle sonra Kevser’i mat ettiğimi görüyorum.” diye yanıtlar.
9-10. yy Şatranjın Altın Çağından Önemli Figürler
el-Adli
El-Vasık (841-847) ve el-Mütevekkil (847-861) zamanlarında el-Adli şatranj ustaları arasında açık ara zirvededir. Hayatının sonlarına doğru ise zamanın bir başka ünlü şatranj ustası er-Razi’ye bizzat Halife el-Mütevekkil’in de izlediği bir maçta kaybetmiştir. Es-Suli’ye göre, el-Adli’yi yenmeyi başaran er-Razi selefleri arasında en büyük ustadır. Hem Adli hem Razi şatranj konusunda eserler vermelerine karşın er-Razi’den günümüze maalesef birkaç parça metin dışında bir şey kalmamıştır, dolayısıyla günümüzde şatranja dair bilgimize katkısı açısından el-Adli’nin daha önemli bir figür olduğunu söyleyebiliriz.
es-Suli
Satranç tarihi için bir sonraki durak, tüm şatranj tarihinin en önemli isimlerinden olan, Halife el-Muktefi (902-908) zamanında yıldızı parlamış, Ebubekir Muhammed bin Yahya es-Suli (880-946) veya kısaca es-Suli’dir. İran’ın Hazar Denizi’ne yakın Gorgan şehrinde bir Türk prensi olan Sultekin’in soyundan gelen es-Suli, şatranjda öyle bir ustalık ve üne erişmiştir ki uzun bir süre Arap dünyasında iyi oynayan oyuncular için en büyük iltifat “es-Suli gibi oynamak” olmuştur. Halife el-Muktefi’nin gözde oyuncusu el-Mavardi’yi büyük bir üstünlükle yenerek halifenin yeni gözdesi olan es-Suli, sonraki halifeler el-Muktedir (908-929/929-932), el-Kahir (929, 932-34) ve er-Radi (934-940) zamanlarında da saraydaki ayrıcalıklı yerini korumuştur. Ancak Şii mezhebine yakın olması nedeniyle er-Radi’nin ölümünden sonra gözden düşen ve Bağdat’tan Basra’ya kaçmak zorunda kalan es-Suli, 946 senesinde burada vefat etmiştir.
el-Laclac (veya el-Lilac)
Es-Suli’nin en büyük öğrencisi Ebu’l Farac el-Muzaffer bin Said veya Ebu’l Farac Muhammed bin Ubeydullah adıyla bilinen el-Laclac’dır. Kekeme anlamına gelen el-Laclac lakabını, büyük ihtimalle konuşma bozukluğundan almıştır. Hayatına dair bilgi yok denecek kadar azdır. Ünlü Fihrist yazarı Nedim’le Bağdat’ta karşılaştığını ve 970’te Şiraz’da Büveyhiler’in sarayına yerleştiğini biliyoruz.
El-Laclac Arap dünyasında unutulsa da özellikle Türk, İran ve Babür Hindistanı kaynaklarında anısı yaşamış, hatta satrancın icadına dair efsanelere de adı karışmış önemli bir şatranj ustasıdır.
10.yy-15. yy İslam Dünyası
10.yy’dan itibaren sırasıyla Büveyhiler, Selçuklular ve Moğol egemenliğine giren Abbasi Halifeliği ve başkenti Bağdat bir çekim merkezi olmaktan çıkmış ve periferideki diğer kentler ve devletler önem kazanmaya başlamıştır. Her ne kadar 1005’te Fatımi yönetimindeki Mısır’da el-Hakim şatranjı yasaklayıp bütün şatranj takımlarının yakılmasını emrettiyse de Endülüs, Kuzey Afrika, Hindistan, İran, Türkistan ve Anadolu gibi birçok bölgede şatranj popüler bir oyun olma niteliğini korumuştur. Gazneli Mahmut, Timur, Babür gibi büyük hükümdarların şatranj oynadıklarına dair anekdotlar mevcuttur. Özellikle Timur, şatranjı tıpkı Abbasi halifelerinin yaptığı gibi saraya sokması açısından bu hükümdarların arasında en önde gelmektedir. Timur’un biyografı İbn-i Arapşah “Acaib ül-makdur fi nevaibi Timur” eserinde Timur’un satranç sevgisiyle ilgili birçok anekdota yer verir. Arapşah’ın anlattığı bir hikâyeye göre Timur dönemin en iyi oyuncusu Alaeddin et-Tebrizi’ye “Satranç krallığında senin rakibin yok, tıpkı benim hükmetmekte olmadığı gibi.” diyecek kadar satranç/şatranj seven bir hükümdardır. Ayrıca yine aynı eserde Timur’un normal şatranjdan ziyade 10×11’lik bir tahtada oynanan ve bugün “Timur satrancı” olarak da bilinen şatranj el-kebir (büyük şatranj) oynadığından bahsedilmektedir.
Son olarak bizim tarihimizi de ilgilendirdiğinden Şamlı İbn Sukaikir’den bahsetmek yerinde olur. Aynı zamanda son Müslüman satranç yazarı olarak bilinen İbn Sukaikir, 1557’de İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman’ın huzurunda padişahla satranç oynayan kör bir oyuncudan bahseder. Sultan Süleyman, rakibini denemek için bir taş çalar ancak kör oyuncu bir taş eksik olduğunu fark eder ve sultana “Eğer sultan böyle bir şey yapıyorsa oyuna devam edip elimden geleni yapmaktan başka çarem yok, ancak bir başkası bunu yapsaydı onu size şikâyet ederdim.” der. İbn Sukaikir, 1562’de Trablus’ta körleme oynayan Yusuf Çelebi adında bir Rum’dan ve 1567’de İstanbul’da yine körleme oynayan ve herhangi bir anda bütün taşların nerede olduğunu söyleyebilen bir oyuncudan bahseder. Sukaikir’e göre aynı anda 10 kişiyle körleme oynayıp kazanan oyuncular da vardır. Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılda satranç/şatranjda lider ülkelerden biri olduğudur. Elbette körleme satrancın yaygınlığı da ilginç bir konu. Satrancın Osmanlı toplumsal hayatını araştıran tarihçilerimizin mutlaka el atması gereken bir araştırma alanı olduğunu söyleyebiliriz.
Şatranj Teorisi
Tahta ve Taşlar
Şatranj tahtası renksiz olup 8×8 toplam 64 kareden oluşur. Tahta olarak bahsetsek de bu genellikle bir bez parçasının üstüne çizilen karelerden oluşmaktaydı.
Taşlar ise günümüzdeki gibi renklerle birbirinden ayrılır. O zamanlarda boya olarak kolay bulunması sebebiyle genellikle kırmızı ve siyah renkler tercih edilmiştir ancak sıklıkla olmasa da yeşil gibi renklere de rastlamak mümkündür. Literatürde kırmızılar ve siyahlar olarak bahsedilse de kullanacağımız diyagramların birçoğunda kırmızıları bugün olduğu gibi beyaz olarak göstereceğiz.
Taşların dizilimi ise günümüzdekiyle hemen hemen aynı olup sadece şah ve firzanın (vezir) yerleri değişik olabilir. Genelde şahı d, veziri e dikeyinde görmekteyiz ancak bugünkü dizilimle de oynandığına dair kayıtlar mevcuttur.
Taşlar ve Hareketleri
Şah (Şah) : Tıpkı günümüzdeki gibi şah sadece komşu karelere gidebilir ve bu karelerde korunmayan bir rakip taş varsa onu alabilir. Eğer şah rakip tarafından tehdit ediliyorsa -yani şah çekiliyorsa- ve tehdit eden taş alınamıyorsa şahın oynaması zorunludur. Oyun esnasında şah çekilirken aynı zamanda başka bir taş tehdit ediliyorsa -günümüzde çatal diyoruz- bu şah çeken oyuncu tarafından belirtilir: Şah ve firzan, şah ve faraş vs., eğer sadece şah çekiliyorsa “şah” veya sonraları kullanılan şekliyle “kişt” denir. Her iki kelime de Türkçe’ye değişmeden “şah” ve “kiş” olarak girmiştir.
Firzan (Vezir) : Sadece kendisine komşu çapraz karelere gidebilir. Alışları da yine aynı şekildedir. El-Laclac firzanın gelişimine özel bir önem atfetmiş ve önünü açık tutmayı amaçlamıştır.
Rukh (Kale): Günümüzdeki gibi yatay ve dikeylerde herhangi bir kareye gidebilir. Taş üzerinden atlayamaz.
Fil (Fil): Kendisine komşu çapraz karenin üzerinden atlayarak bir sonraki çapraz kareye gider. Üstünden atladığı karede taş olabilir. Tahta renksiz olduğundan filler sağ ve sol olarak isimlendirilir. İki kare çapraz hareketinden dolayı bir fil tahtanın ancak 8 karesine gidebilir.
Faras (At) : Tıpkı günümüzdeki gibi L-şeklinde gider.
Baydak (Piyon): Dikeyde sadece ileri yönde olmak üzere bir kare gider ve çaprazındaki rakip taşları alabilir. Günümüzdeki piyondan iki farkı mevcuttur: başlangıç karesinde iki kare birden gidemez (dolayısıyla geçerken alma da söz konusu değildir) ve son yataya eriştiğinde otomatik olarak firzana dönüşür, başka bir taşa dönüşmesi mümkün değildir.
Taşların Değerleri
Araplar taşların değerlerini günümüzdeki gibi puan olarak değil de belki de anlamına daha uygun bir şekilde parasal olarak dirhem cinsinden ifade etmişlerdir. Es-Suli’ye göre şatranjda taşların değerleri şu şekildedir:
Rukh (kale): 1 dirhem (Değer biçilemeyen şahtan sonra en değerli taş)
Faras (at): 2/3 dirhem
Firzan (vezir): 1/3 veya 3/8 dirhem
Fil (fil): ¼ dirhem. Ancak es-Suli’ye göre c1 karesinde şaha yakın olan fil biraz daha değerlidir.
Baydak (Piyon): a ve h piyonları sadece tek taraflı alabildikleri için 1/8 dirhem, d ve e piyonları ¼ dirhem, b,c,f,g piyonları 1/6-1/5 dirhem arası. Es-Suli b piyonunu “rakibin kuvvetli fili ve firzanının geri dönüşüne karşı bir ajan” olarak f piyonundan üstün buluyordu.
Görüldüğü üzere taşların değerleri günümüzde kabul ettiğimiz şemaya uymuyor. Fil ve vezirin modern satrançta kazandığı hareket kabiliyetleri bu taşların değerlerini artırırken diğer taşların da göreceli değerlerini elbette düşürüyor.
Oynanışa Dair Kurallar
Oyuncular tıpkı günümüzdeki gibi sırasıyla hamle yaparlar. Oyuna hangi tarafın başlayacağı sabit değildir ancak özellikle ilk zamanlarda siyah taşlara bu öncelik verilmiştir. Sonraları ise kırmızılar ilk başlama hakkını kazanmıştır.
Oyunun iki amacı vardır: rakip şahı mat etmek veya bütün taşlarını almak (münferit şah). Eğer taşı kalmamış tarafı hamle sırası kendisindeyken rakibinin son taşını alabiliyorsa oyun berabere biter. Hicaz’da oynanan versiyonda ise buna bakılmaksızın sadece şahı kalan taraf hamle sırası kendisindeyken rakibinin son taşını alabiliyor olsa bile oyunu kaybeder. Ayrıca rakibi pat durumuna sokan taraf oyunu kazanır. Sürekli şah, hamle tekrarı veya teorik berabere finaller gibi durumlardaysa oyun berabere biter.
Oyuncu Sınıflandırması
El-Adli ve sonrasında es-Suli şatranj oyuncularını beş sınıfa ayırmıştır. Es-Suli’nin sınıflandırmasını takip edersek, en üst seviyedeki oyuncular aliya sınıfındadır. Es-Suli bu sınıftaki oyuncular arasında Cebir, Rabrab, el-Adli ve er-Razi’yi sayar ve bunların arasında Rabrab ve er-Razi’nin en iyileri olduğunu belirtir. Bir sonraki sınıf mutakaribat sınıfıdır: ilk sınıftaki oyunculardan on oyun içerisinde 2-4 oyun kazanabilen oyuncular bu sınıfa dahildir. Üst sınıf oyuncular bu oyunculara baydak (piyon) çıkarak oynar: en iyilerine karşı g veya a-h, daha zayıf oyunculara ise d ve e baydaklarını çıkarlar. Üçüncü sınıf oyunculara aliya sınıfı oyuncular firzan (vezir) çıkarak oynarken dördüncü sınıfa faras(at), beşinci sınıfa ise rukh (kale) çıkarak oynarlar. Es-Suli’ye göre bir oyuncu üst sınıftan bir oyuncuyu on oyunda yedi veya daha fazla kez yenmeyi başarırsa bir üst sınıfa geçmeye hak kazanır.
Ayrıca şatranjda gelişmiş bir etik kodundan söz edilebilir. Alt sınıfa mensup bir oyuncu kendisinden üstte yer alan bir oyuncuyla karşılaştığında takımı kendi dizer, rakibine istediği rengi seçme hakkını tanır ve şah ile firzanın konumlarını belirlemek için rakibini bekler. Daha kuvvetli olan oyuncu da adil bir şekilde ve değerde taş feragatinde bulunmalıdır. Seyirciler sessiz olmalı ve oyuna karışmamalıdır.
Şatranj Teorisi
Bugün de yaptığımız gibi es-Suli ve öğrencisi el-Laclac şatranj oyununu üç safhaya ayırır: taşların geliştirildiği açılış, rakibin ilk atağıyla başlayan oyunortası ve az taşın kaldığı matematiksel karaktere sahip oyunsonu.
Şatranjda modern satrancın aksine taşların kısıtlı hareketleri açılış safhasının uzun sürmesine yol açar. İki tarafın taşlarının birbiriyle etkileşime girmeden bir süre oynayabilmesi, tarafların ulaşması gerektiği düşünülen tipik açılış konumlarının incelenmesine yol açmıştır. Bu açılış pozisyonlarına ta’biya (dilimizde kullandığımız şekliyle: tabya) denir ki bu da sözcük anlamıyla savaş düzeni olarak çevrilebilirse de dilimizde savunma için stratejik noktalara kurulan top gibi silahlarla güçlendirilmiş kale benzeri yapılar için kullanılır. Genellikle savaş mantığına uygun bir şekilde taşların piyonların arkasına konumlandırıldığı, simetri gibi öğelere değer verildiği bu açılış konumlarından el-Laclac’ın Risale-ül Laclac fi beyan l’ab eş-şatranj (Şatranjın beyanına dair Laclac’ın risalesi) analiz ettiği bazı örnekler aşağıdadır. (Murray toplam 31 tane tabya konumu verir ancak bundan fazlası da mevcuttur.)
Ulaşmak istediği formasyonu elde etmek için hamlelerini hızlıca -hatta rakiple eş zamanlı- bir şekilde yapan oyuncular, tabyalar oluştuktan sonra düşünmeye başlardı. Bu anlamda oyunun tabyaların oluşturulmasıyla başladığı söylenebilir.
El-Laclac bu açılışlardan en çok mücennahı beğenmektedir. Satranç tarihinde zamanın önemine yapılan en erken atıf olarak görebileceğimiz bir şekilde Laclac bu açılışın 12 hamlede tamamlandığını ve diğerlerinden daha kısa sürdüğü için -simetrik formunu da övmektedir- daha iyi olduğunu belirtir ve bunu maşeyhi gibi bazı formasyonlara karşı mücennahı uygulayarak kanıtlamaya girişir. Laclac’a göre bu konumda en iyi plan h ve g piyonlarını sürmektir. İkinci en iyi plan d piyonunu sürerek merkezde hücum etmektir ki Laclac bunun oyuncuların genellikle tercih ettiği plan olduğunu söyler. Üçüncü plan -aralarında en kötüsü- ise a ve b piyonlarını ilerletmektir.
Şatranj teorisine dair bazı başka örnekler için:
Es-Suli’nin Oyunortası Öğütleri
Oyunsonu
Mensubat