Capablanca Mağlup Edilebilir Mi?

Her savaşçı nihayetinde yaşlandığı, zayıfladığı ve bitap düştüğü için esasen başlıkta yer alan soruyu şu şekilde değiştirmek lazım: “Capablanca şimdiki yüksek formundayken mağlup edilebilir mi?”

Cevabı yakınlarda yayınlanan ve belli bir teslimiyet göze çarpan röportajıyla kısmen Dünya Şampiyonu’nun kendisi veriyor. Hadi belki bu fazlasıyla sevilen bir “alçakgönüllülük” stratejisi olarak addedilebilir. Fakat her hâlükârda gerçek şu ki Capablanca hiçbir şekilde satranç bilgisinin, becerisinin ve çabasının sonsözü anlamına gelmiyor. Ana zayıflığı olarak satrançta “mucize”yi reddetmesini görüyoruz. Kendisinden büyük teorik atılımlar talep etmek istemiyoruz fakat tespit etmemiz lazım ki açılışların ele alınmasında çok fazla eski buluşların arkasına saklanıyor, özellikle de birkaç büyük öncülü takip etmeye eğilimi var. Örneğin Marshall ile olan maçında Lasker’in serbestleştirme manevrası 6…Af6-e4’ü (Vezir Gambiti’nin Ortodoks devam yolunda) sıklıkla kullanıyor. Hatta Lasker’e karşı maçın ünlü 10. partisinde artık -kendisine bir dizi iyileştirmenin ardından zaferi getiren- arkaik sayılabilecek Steinitz Manevrası’nı (Va5, Fd7, Kd8 vs.) uyguluyor. Siyah taşlarla istisnasız bir şekilde sağlam İspanyol ve Vezir Gambiti açılışlarını seçmesi bu gözlemimizin ardından elbette son derece tabii görünüyor. Mac-Cutcheon Savunması’na karşı kendisi, Lasker’in sadeleştirme sistemi 5.exd5’i kesin bir doğru olarak kabul ederken New York’ta da gördüğümüz gibi Lasker daha yeni ve keskin metotlara başvuruyor (5.Ae2?!). Eğer Capablanca’nın fazla analiz edilmemiş herhangi bir varyantta takip edeceği parlak bir model yoksa oyun anlayışı (örneğin Sicilya veya Hollanda Savunması’na karşı) belli bir yüzeysellik gösteriyor, gerçi böyle bir durumda da harika taktik yeteneği daha parlak bir şekilde ışıldıyor!

Savielly Grigoriewitsch Tartakower

Capablanca’yı mağlup edebilmek için parlak bir fantezi ve yeterli bir teknik eğitim gösteren gözüpek bir yeni satranççı (Alekhine? Reti?) çıkarsa, Kübalı tarafından tamamına erdirilmiş satranç misyonu yüce bir misyon olarak addedilebilir; savaşçı Steinitz, filozof Lasker’den sonra bir “dünya insanı” geldi ve büyüleyici kişiliği ve zarif oyun tarzıyla satranç sanatının popülerleşmesine muazzam katkılarda bulundu…

Satranç tahtı sallanıyor. Dünya şampiyonluğu sorunu aslında şöyle ifade edilebilir: 10.000 Dolarlık zırh delinebilir mi?

Dr. S. G. Tartakower

Wiener Schachzeitung 1925

Not: Aslında Macar satranç dergisi Magyar Sakkvillag’ ta yayınlanmış bir makale, Wiener Schachzeitung bu dergiden alıntılamış.

Caissa’nın Bestecisi Prokofyev ve Capablanca

20. yüzyılın en büyük bestecileri kimlerdir diye sorulsa -Mahler, Skryabin ve Rahmaninov’u eğer geç 19. yüzyıl kabul edersek- kesinlikle iki Sovyet besteciyi en başa koymak gerekir: Şostakoviç ve Prokofyev. Her ikisi de Jdanovizm mağduru olan bu iki büyük besteci Stalin döneminde ağır baskı altında yaşamalarına karşın üretkenliklerini yitirmemişler ve senfoni, konçerto, oda müziği, bale, opera, film müzikleri gibi birçok farklı türde şaheserler yaratmaya devam etmişlerdir. Bu ikiliden yaşça büyük olanı Sergey Prokofyev -tıpkı ünlü kemancı David Oystrah (Oistrakh) gibi- müzikal dehasının yanında aynı zamanda bir amatöre göre iyi sayılabilecek bir satranç oyuncusudur ve üstelik Capablanca’yı da bir simultane gösterisinde de olsa yenmeyi başarmıştır! Bu yazıda Prokofyev’in satranç ile olan ilişkisine kısaca göz atacağız.

Satrancı yedi yaşında öğrenen Prokofyev, annesinin her şeyi yazılı olarak kaydetme yönündeki öğüdüne uygun olarak daha o yaşta günlük tutmasının yanı sıra oynadığı satranç partilerini de bir deftere kaydetmeye başlar. Defterindeki ilk oyun “Pastoral” adını verdiği matla sonuçlanan dört hamlelik bir oyundur. İlk bestesini altı yaşında yapan ve dokuz yaşında ilk operasını besteleyen bir dahi çocuk olarak Prokofyev’in müzik eğitimi elbette önceliklidir ama satranç tutkusu da bir yandan devam eder. On yaşındayken teyzesi Tanya, Solovyev adındaki bir tanıdığına satranç oynaması için götürür ve bir satranç kulübüne üye olan -her ne kadar 5.kategori yani oldukça zayıf bir oyuncu olsa da- rakibine karşı küçük Seryoja üstünlük sağlamayı başarır. Solovyev, ödül olarak küçük rakibine eski satranç dergileri verir; Prokofyev bu dergilerden Çigorin-Tarrasch ve Steinitz-Lasker maçlarının partilerini inceleyecektir. Konservatuar için başkent St. Petersburg’a taşınan Prokofyev Rimskiy-Korsakov ve Glazunov gibi devlerden ders alırken satrancı da ihmal etmez. Bir yaz tatilinde geri döndüğü memleketi Sontsovka’da -bugünkü Donetsk yakınlarındaki Sontsivka, Prokofyev Müzesi yolunuz düşerse gezilebilir- tanıştığı ve daha sonra ilk piyano sonatını ithaf edeceği dostu Vasili Morolev ile satranç oynamak genç müzisyenin en büyük eğlenceleri arasındadır. Ayrıca yazışmalı partiler de oynamaktadır, Harlow Robinson Prokofyev’in 1909’da aynı anda yirmiye yakın yazışmalı parti oynadığını yazmaktadır.

Sergey Prokofyev ve Vasili Morolev Satranç Oynuyor

1909 St. Petersburg Turnuvası’nı Prokofyev elbette yakından takip etmiştir ve hatta konservatuardan öğretmeni Lyadov ile bir konuşmasına göre Lasker ile bir simultane partisinde de berabere kalmış olmalı ama bununla ilgili otobiyografisinden başka bir kaynağa ulaşamadım. Beş yıl sonra, 1914’te, yine St. Petersburg’ta düzenlenen ve dönemin en iyi oyuncularının tamamının katıldığı turnuvada ise Prokofyev’in simultane maceraları ve Capablanca, Lasker gibi devlerle sohbetlerine dair Prokofyev’in günlüğünde fazlasıyla bilgiye ulaşmak mümkün. Capablanca’nın turnuva bitiminden sonra verdiği üç simultane gösterisine katılan Prokofyev, Lasker ve Capablanca ile de sohbet etme şansı bulur ve izlenimlerini günlüğüne aktarır:

 14 Mayıs 1914

[…] Eve yaklaşmışken saatin sekize çeyrek var olduğunu panikle fark ettim, Capablanca ile olan simultane oyunum saat sekizdeydi. Bir deli gibi, frakımı yırtarak çıkardım, üzerime bir ceket alarak bir şey yemeden turnuvaya gitmekte olan bir arabaya atladım. [….]

Lasker müzik hakkında fazla bir şey bilmediğini ama genç ve hoş bir delikanlı olduğum için, başarımdan ötürü mutlu olduğunu söyledi. Simultane gösterisi başladı[….]Capablanca hamlelerini inanılmaz bir çabuklukta yapıyordu. Birçok oyuna Şah Gambiti’yle başladı, bana aynısını oynamayacağından korkuyordum ama şansım yaver gitti. İyi bir oyun oldu….[…] Maalesef, sadece beş altı oyun kalmıştı ve Capablanca o kadar hızlı oynuyordu ki düşünmeye zamanım olmuyordu. Bir şekilde piyon hattımı yardı ve kazandı. Sonuç: 27 galibiyet, 1 kayıp, 2 berabere, biri nezaketen ihtiyar Saburov’a olmak üzere. En sona Başkirov’un oyunu kalmıştı. Geç geldi, Rubinstein ve Marshall’dan yardım alarak oynadı, ve yine de kaybetti.[….].
Çıkarken ertesi gün ayrılacak Lasker ile vedalaştım. Çok nazikti ve beni kendisini Berlin’de ziyarete davet etti. Bu davet beni gururlandırdı. Bıraktığım iz, Mozart ve Bach ile karşılaştırıldığında, o kadar belirgin olmayabilir ama en azından biri bunun farkında ve bana takdirle bakıyor.

15 Mayıs 1914

[….] Akşam turnuvaya Capablanca’nın ikinci gösterisi için gittim…Dördüncü hamlesinde Capablanca yazışmalı partilerimden birinde geliştirdiğim bir tuzağa düştü: 1. d4 d5; 2. Af3 Ff5; 3. c4 Ac6, Ab4 tehdidiyle. Tahtanın önünde iki veya üç dakika durdu, eliyle alnını siliyor ve saçını çekiyordu. Şampiyona bir problem çıkardığım için heyecanlıydım. Kalite kaybediyordu ama kendini topladı ve benle durumu eşitlemeyi başardı, öyle ki oyunu kurtarmam için birçok numaraya başvurmam gerekti….


Buna karşın sonunda Prokofyev oyunu kaybeder ve üçüncü gösteriye “şerefini kurtarmak” için kayıt olur:

16 Mayıs 1914

[…] akşam bir kez daha satranç turnuvasına, Capablanca ile oynamaya.


Oyun bir önceki gibi başladı ama daha zordu – Capablanca kalite kaybetmedi fakat taş da kazanmadı.Hücum etti ve bu benim için işleri bayağı zorlaştırdı ancak enerjik bir şekilde direndim. Capablanca güzel bir tarzda taşlarını oynuyordu, korunmasız fakat alırsan kaybediyorsun. […] İki saatlik güç bir oyundan sonra birden bir kombinezon gördüm ve Yahontov’a “Oyunu kazanacağım” dedim.


Tahtaya baktı ve ona gösterdim fakat emin olmak için Capablanca’dan pas geçmesini istedim. Yeniden masaya geldiğinde, üç hamlelik bir mat tuzağı kurduğum için heyecanlıydım. Hamlemi yaptım. Capablanca tam hamle yapıyordu ki durdu ve tuzağı fark edip biraz düşündükten sonra taşını verdi, değilse kendini kurtaramayacaktı. Böylece bir taş fazlaydım ve bunu kullanmam gerekiyordu. Bir an gerçekten korktum, Capablanca sanki kurtulacakmış gibi görünüyordu, ama yapamadı ve kaybetti. Zaferimi kendi kendime kutladım ve tebrikleri kabul ettim. […] Başkirov beni çaya davet etti ve ona geç olduğunu söylesem de Capablanca’nın da geleceğini bildiğim için daveti kabul ettim.

Daha sonra Başkirov, Capablanca ve Prokofyev üçlüsü Başkirov’un evinde toplanır ve çay içerler:

[…}Sonra Başkirov Tannhäuser’i çalmamı rica etti. Normalde çalmazdım fakat Capablanca’nın ne düşündüğünü merak ediyordum. Belirgin bir zevkle dinledi ancak parçayı bir yerde duyduğunu fakat ne olduğunu hatırlamadığını söyleyerek tam bir cehalet gösterdi. “Arp için Prelüd”ümü beğendi. Evi birlikte terk ettik.[…]. Yirmi dakika kadar yürüdükten sonra, Capablanca konuşmaya başladı ve Londra’ya İsviçre üzerinden gideceğimin doğru olup olmadığını ve ne zaman gideceğimi sordu; Fransızca aksanı iyi değildi fakat dili doğru konuşuyordu. […]Nevskiy Bulvarı’nda gece dışarıda olan insanlardan etkilenmişti. Sadovaya ve  Voznesenskaya’nın kesiştiği köşeye kadar hızlıca yürüdük, ve yollarımız ayrıldı – o Astoria’ya, ben 1.Rota’ya. Sabah saat üçtü ve ortalık aydınlıktı.

Başkirov kim diye soracak olursanız Prokofyev’in dostu bir şair ve filozof, o zamanlar St. Petersburg’ta yüksek kültür çevrelerinde bulunan biri olduğu anlaşılıyor. Winter’ın Prokofyev’in günlüklerinden naklettiği şekliyle Capablanca’nın St. Petersburg 1914’ü kazanamamasında da etkili olmuş olabilir zira Başkirov, Prokofyev’e Capablanca’yı Madam Strahoviç ile tanıştırdığını ve Kübalının aşık olduğu için birinciliği kaybettiğini söylemiş!

Biraz dedikodudan sonra Prokofyev’in Capablanca’yı yendiği partiye artık bakabiliriz:

1914’te başlayan dostluk iki deha arasında daha sonra da devam eder. 1921’de Capablanca, Lasker’i yenerek dünya şampiyonu olunca Prokofyev tebrik telgrafı çekenler arasındadır. Rus bestecinin Lunaçarski’nin izniyle yurtdışına çıkışının ardından ikilinin Amerika’da görüştüğünü de biliyoruz. Sovyetler Birliği’ne 1936’da yeniden dönen Prokofyev, aynı yıl Moskova Turnuvası’nı birlikte kazanan Botvinnik ve Capablanca’ya birer tebrik telgrafı da göndermiştir; hatta Botvinnik’in buna dair güzel bir anekdotu da mevcut, isteyenler İngilizce olarak yazının sonunda bağlantısını vereceğim Winter’ın Sergei Prokofiev and Chess başlıklı makalesini okuyabilirler.

Prokofyev’in satranç tutkusu ömrü boyunca devam etmişti

Capablanca’nın yanı sıra Alekhine ve Botvinnik ile de ahbaplık etmişliği bulunan Prokofyev ayrıca 1937’de daha önce bahsettiğimiz ünlü kemancı David Oystrah ile on partilik bir satranç maçı da yapmıştır, her ne kadar ilk yedi oyundan sonra maç sonlansa da. Denilene göre Oystrah kaybedeceğini anlamış ve yedinci partinin ardından maçı bırakmış. Bir turneye kimin çıkacağını belirlemek için düzenlenen maçı kaybeden Oystrah böylece turneye kendisi gitmek zorunda kalmış, iyi satranç oynamanın bir faydası daha!

Besteci hakkında ilginç bir ayrıntıdan da bahsetmeden geçmek olmaz. Sergey Sergeyeviç Prokofyev, kaderin bir cilvesi olarak Stalin ile aynı günde, 5 Mart 1953’te vefat etmiştir. Cenazesi Stalin için toplanan kalabalıklarla dolup taşan Kızıl Meydan’a yakın oturması nedeniyle üç gün boyunca evden çıkarılamayan Prokofyev, hak ettiğinin aksine oldukça küçük bir törenle uğurlanmak durumunda kalmıştır. Dönemin Sovyet müzik dergisinde vefat haberinin Stalin’e adanmış ilk 115 sayfanın ardından 116. sayfada önemsiz bir olaymış gibi verilmesi de Stalin devrinin anlayışına güzel ve trajikomik bir örnek kuşkusuz.

Romeo ve Jülyet, Üç Portakala Aşk, Peter ve Kurt gibi iyi bilinen eserleri de elbette güzel ama biraz kişisel bir Prokofiev seçkisiyle yazıyı sonlandıralım, şahsen en iyi olduğunu düşündüğüm yorumlarıyla:

Faydalanılan Kaynaklar

Robinson, Harlow. Sergei Prokofiev: a Biography: Boston: Northeastern University Press, 2002.

Prokofiev, Sergey. Prokofiev by Prokofiev: a Composer’s Memoir. Garden City, NY: Doubleday, 1979.

The Game by Jr., Serge Prokofiev. Accessed June 29, 2020 http://www.sprkfv.net/journal/three02/thegame.html.

Sergei Prokofiev and Chess by Edward Winter. Accessed June 29, 2020. https://www.chesshistory.com/winter/extra/prokofiev.html.

Kader Ortakları

Tarrasch ve Nimzowitsch arasındaki teorik çekişmeyi daha önce bir yazı dizisinde incelemiştik. Ancak kavgalarıyla bildiğimiz ikilinin aslında bir kader ortaklığı durumu da söz konusu!

Önce Hamburg 1910’a gidelim ve sözü Wiener Schachzeitung’un redaktörü Georg Marco’ya verelim. Marco, şahsen kaleme aldığı yazısında Tarrasch’ı, Doktor’un Berliner Lokalanzeiger’deki köşesinde 26 yaşında olmasına karşın kıta Avrupasında adı sanı fazla duyulmamış Fred Dewhirst Yates’in turnuvaya dahil edilmesiyle alay ettiği yazısından ötürü yerden yere vurur.

Fred Dewhirst Yates (1884-1932)
Kaynak: http://www.maskeret.com



Wiener Schachzeitung’tan


“Berliner Lokalanzeiger”de Dr. Tarrrasch Hamburg Ustalar Turnuvası’nda İngiltere’yi temsilen “geniş çevrelerce bilinmeyen, belki gerçekten mükemmel bir satranççı olan fakat bir ustalar turnuvasına kabul edilmek adına turnuva öncesinde halihazırda en ufak bir gerekçesi bulunmayan, Mr. Yates’in katılmasıyla” dalga geçiyor ve şöyle ekliyor: “Homines novi için kanımca yanlış bir şekilde ana turnuvalar olarak adlandırılan fakat katılımcılar arasında hemen her zaman usta kuvvetine sahip birkaç oyuncunun bulunduğu ikinci derece turnuvalar mevcuttur.”

Bu konu hakkında Deutsche Wochenschach ise şöyle bir yorumda bulunuyor (10 Temmuz, s. 247):

“Hamburglular gördüğümüz kadarıyla bu kadar katı yaklaşmamışlar ve bunda da doğru yaptıklarına inanıyoruz. Her hâlükârda bundan önce buna benzer sayısız durumu -Almanya içi ve dışında- dayanak gösterebilirler, hatta Dr. Tarrasch’ı da şahit yapabilirler zira o da 1896 Nürnberg’te sadece Maroczy’nin (o da önceki sene Hastings’teki ana turnuvada birinci olmuştu) tavsiyesiyle Charousek’in turnuvaya dahil edilmesini 1 anlayışıyla karşılamıştı. (Charousek turnuvanın kısa bir süre öncesinde Maroczy ile yaptığı maçı farkla kaybetmişti) Başarısı dahil edilmesini haklı çıkarıyor, Mieses için de Breslau 1889’da bu böyle olmuştu. Başarı Bay Yates’in lehine de aynı şekilde konuşacak mı, göreceğiz. “

Ben “Deutsche Wochenschach” tan da ileri gidiyorum. Bir turnuvanın organizatörleri turnuvalarını herhalde olabildiğince ilginç ve parlak olarak düzenlemeye çalışırlar. Şüphesiz tüm ünlü oyuncuları getirmek ve başvuranların arasından en çok hak edenleri seçmek için akla gelebilecek tüm çabayı sarf ederler. Bu yüzden üzerine vazife olmayanların organizasyon komitesine yakışıksız bir şekilde ders vermeye cüret etmesi veya az ya da çok gizli suçlamalarda bulunması sert bir şekilde ayıplanmayı hak eder. Yates başarı elde etse de etmese de Hamburg’taki komite ziyadesiyle titiz ve yerinde seçimiyle ancak tam bir takdire layıktır.

Winawer 1867 Paris Turnuvası’na herhangi bir hak iddia edeceği bir unvanla gelmedi, Schlechter Leipzig 1894’e çağrılmadan önce sadece yerel olarak bir üne sahipti, tıpkı şimdi Yates için olduğu gibi ve Pillsbury de 1895 Hastings’teki sansasyonel başarılarından önce Avrupalılar için tamamen bilinmeyen bir büyüklüktü.

Dr. Tarrasch’ın çıkışının ne kadar haksız olduğu, altıncı turdan sonra (23 Temmuz itibariyle) Yates’in Köhnlein ve Leonhardt ile birlikte 16-18. sıraları paylaşmasına karşın Dr. Tarrasch’ın sadece 1,5 puanla – o da üç tane yarım puanın birleştirilmesiyle güçlükle oluşturulmuş- 19. sırada, yani trenin son vagonunda, yer almasından belli oluyor. “Büyükusta”nın daha koşunun başında nefesi kesildiğine göre Hamburg’taki koşucular gerçekten çevik olmalı.”

Georg Marco, Wiener Schachzeitung 1910

[ 1 Bunun baş tanığı benim. Turnuvanın başlamasından yaklaşık 48 saat önce Nürnberg’e geldim ve Dr. Tarrasch – ve tabii diğer gelen ustalar tarafından – dostça karşılandım. Dr. Tarrasch anlaşılır bir heyecan içindeydi çünkü birden fazla katılımcı eksikti ve hemen öncesinde Burn yapılan daveti telgraf yoluyla reddetmişti. Dr. Tarrasch bana “Şimdi nereden aceleyle uygun bir yedek oyuncu bulacağız?” diye sordu ve ben de “Eğer zamanında başvurmuşsa Charousek’i alın” dedim. “Ciddi mi düşünüyorsunuz?” diye Dr. Tarrasch sorgusuna devam edince “Tamamen ciddiyim, Charousek’in Dr. Meitner’e karşı oynadığı görkemli partileri gördüm, Dr. Meitner de rakibinin dahiyane oyunundan büyülenmişti.” “Bu, yeterli” dedi Doktor. Birkaç dakika sonra Budapeşte Satranç Kulübü’ne telgraf ulaştı ve 24 saat sonra Charousek muharebe alanındaydı.]

Hamburg 1910 Final Tablosu
Kaynak: Wiener Schachzeitung 1910


Aslında turnuva sonlandığında Dr. Tarrasch’ın çok da haksız olmadığı söylenebilir zira Yates 2,5 puanla açık ara son sıradadır. Genç İngiliz Tartakower, Speyer ve Fleischmann (Forgacs) ile berabere kalmış ve kalan herkese kaybetmiştir, biri hariç: Dr. Tarrasch! Herhalde turnuvaya katılmasını bu kadar keskince eleştiren Tarrasch’a karşı aldığı galibiyet Yates’e turnuva başarısızlığını unutturmuş olmalı:

“Büyük lokma ye, büyük söz söyleme” atasözünü haklı çıkaran bir anekdot! Fakat ilginç olan tam da Hamburg’ta buna şahit olmuş ve herhalde zevkle de izlemiş olan Nimzowitsch’in bir sene sonra San Sebastian’da aynı hataya düşmesi!

Bir rivayete göre hiç uluslararası turnuva kazanmamış Capablanca’nın nasıl olup da 1911 San Sebastian Ustalar Turnuvası’nda oynayabildiğini sorgulayan Bernstein ve Nimzowitsch turnuvadan önce organizatöre yazılı bir dilekçe verir, ancak araya giren Marshall, ki o Capablanca’nın ne derece kuvvetli olduğunu elbette 1909’da oynadıkları maçtan biliyordu, Capablanca’nın turnuvaya dahil edilmesini sağlar. Bununla ilgili açıkçası 1911’deki dergilerde bir şey bulmak mümkün değil ancak Capablanca’nın yakın zamanda Selim Gürcan’ın çevirisiyle Türkçesi de yayınlanan”Satranç Kariyerim” kitabında Dr. Bernstein’ın turnuvaya katılmasına karşı çıkan oyuncular arasında olduğunu yazdığını hatırlarsak Nimzowitsch’in de bu isimlerden biri olması kuvvetle muhtemel görünüyor, o yüzden bunun doğruluğuna inanmamak için bir sebep olmadığını söyleyebiliriz.

Capablanca, San Sebastian’da ilk turda en ünlü kombinezonlarından biriyle Dr. Bernstein’ı, sekizinci turda da kale ve iki filiyle güzel bir mat konumu dizerek Nimzowitsch’i yener. Bu ilginç mücadelenin son safhası dikkate değer:

Böylece tıpkı Tarrasch gibi hasmı Nimzowitsch de bir anlamda kibrinin bedelini öder (elbette Bernstein’ı da bu listeye eklemek gerekiyor). Her iki ustanın da kendini beğenmiş duruşlarının bu tutumlarında etkili olduğu söylenebilir elbette ancak öte yandan o dönemde ustaların “mesleğin” onurunu korumak adına prensipler üzerinden savaş verdiği göz önüne alındığında bunun altında ilkesel bir duruş da pekâlâ aranabilir.

Son olarak herhalde şairin sorusunu yinelemek yerinde olur:
“Tarihi tekerrür diye ifade ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”