Tarrasch ve Nimzowitsch arasındaki teorik çekişmeyi daha önce bir yazı dizisinde incelemiştik. Ancak kavgalarıyla bildiğimiz ikilinin aslında bir kader ortaklığı durumu da söz konusu!
Önce Hamburg 1910’a gidelim ve sözü Wiener Schachzeitung’un redaktörü Georg Marco’ya verelim. Marco, şahsen kaleme aldığı yazısında Tarrasch’ı, Doktor’un Berliner Lokalanzeiger’deki köşesinde 26 yaşında olmasına karşın kıta Avrupasında adı sanı fazla duyulmamış Fred Dewhirst Yates’in turnuvaya dahil edilmesiyle alay ettiği yazısından ötürü yerden yere vurur.
Wiener Schachzeitung’tan
“Berliner Lokalanzeiger”de Dr. Tarrrasch Hamburg Ustalar Turnuvası’nda İngiltere’yi temsilen “geniş çevrelerce bilinmeyen, belki gerçekten mükemmel bir satranççı olan fakat bir ustalar turnuvasına kabul edilmek adına turnuva öncesinde halihazırda en ufak bir gerekçesi bulunmayan, Mr. Yates’in katılmasıyla” dalga geçiyor ve şöyle ekliyor: “Homines novi için kanımca yanlış bir şekilde ana turnuvalar olarak adlandırılan fakat katılımcılar arasında hemen her zaman usta kuvvetine sahip birkaç oyuncunun bulunduğu ikinci derece turnuvalar mevcuttur.”
Bu konu hakkında Deutsche Wochenschach ise şöyle bir yorumda bulunuyor (10 Temmuz, s. 247):
“Hamburglular gördüğümüz kadarıyla bu kadar katı yaklaşmamışlar ve bunda da doğru yaptıklarına inanıyoruz. Her hâlükârda bundan önce buna benzer sayısız durumu -Almanya içi ve dışında- dayanak gösterebilirler, hatta Dr. Tarrasch’ı da şahit yapabilirler zira o da 1896 Nürnberg’te sadece Maroczy’nin (o da önceki sene Hastings’teki ana turnuvada birinci olmuştu) tavsiyesiyle Charousek’in turnuvaya dahil edilmesini 1 anlayışıyla karşılamıştı. (Charousek turnuvanın kısa bir süre öncesinde Maroczy ile yaptığı maçı farkla kaybetmişti) Başarısı dahil edilmesini haklı çıkarıyor, Mieses için de Breslau 1889’da bu böyle olmuştu. Başarı Bay Yates’in lehine de aynı şekilde konuşacak mı, göreceğiz. “
Ben “Deutsche Wochenschach” tan da ileri gidiyorum. Bir turnuvanın organizatörleri turnuvalarını herhalde olabildiğince ilginç ve parlak olarak düzenlemeye çalışırlar. Şüphesiz tüm ünlü oyuncuları getirmek ve başvuranların arasından en çok hak edenleri seçmek için akla gelebilecek tüm çabayı sarf ederler. Bu yüzden üzerine vazife olmayanların organizasyon komitesine yakışıksız bir şekilde ders vermeye cüret etmesi veya az ya da çok gizli suçlamalarda bulunması sert bir şekilde ayıplanmayı hak eder. Yates başarı elde etse de etmese de Hamburg’taki komite ziyadesiyle titiz ve yerinde seçimiyle ancak tam bir takdire layıktır.
Winawer 1867 Paris Turnuvası’na herhangi bir hak iddia edeceği bir unvanla gelmedi, Schlechter Leipzig 1894’e çağrılmadan önce sadece yerel olarak bir üne sahipti, tıpkı şimdi Yates için olduğu gibi ve Pillsbury de 1895 Hastings’teki sansasyonel başarılarından önce Avrupalılar için tamamen bilinmeyen bir büyüklüktü.
Dr. Tarrasch’ın çıkışının ne kadar haksız olduğu, altıncı turdan sonra (23 Temmuz itibariyle) Yates’in Köhnlein ve Leonhardt ile birlikte 16-18. sıraları paylaşmasına karşın Dr. Tarrasch’ın sadece 1,5 puanla – o da üç tane yarım puanın birleştirilmesiyle güçlükle oluşturulmuş- 19. sırada, yani trenin son vagonunda, yer almasından belli oluyor. “Büyükusta”nın daha koşunun başında nefesi kesildiğine göre Hamburg’taki koşucular gerçekten çevik olmalı.”
Georg Marco, Wiener Schachzeitung 1910
[ 1 Bunun baş tanığı benim. Turnuvanın başlamasından yaklaşık 48 saat önce Nürnberg’e geldim ve Dr. Tarrasch – ve tabii diğer gelen ustalar tarafından – dostça karşılandım. Dr. Tarrasch anlaşılır bir heyecan içindeydi çünkü birden fazla katılımcı eksikti ve hemen öncesinde Burn yapılan daveti telgraf yoluyla reddetmişti. Dr. Tarrasch bana “Şimdi nereden aceleyle uygun bir yedek oyuncu bulacağız?” diye sordu ve ben de “Eğer zamanında başvurmuşsa Charousek’i alın” dedim. “Ciddi mi düşünüyorsunuz?” diye Dr. Tarrasch sorgusuna devam edince “Tamamen ciddiyim, Charousek’in Dr. Meitner’e karşı oynadığı görkemli partileri gördüm, Dr. Meitner de rakibinin dahiyane oyunundan büyülenmişti.” “Bu, yeterli” dedi Doktor. Birkaç dakika sonra Budapeşte Satranç Kulübü’ne telgraf ulaştı ve 24 saat sonra Charousek muharebe alanındaydı.]
Aslında turnuva sonlandığında Dr. Tarrasch’ın çok da haksız olmadığı söylenebilir zira Yates 2,5 puanla açık ara son sıradadır. Genç İngiliz Tartakower, Speyer ve Fleischmann (Forgacs) ile berabere kalmış ve kalan herkese kaybetmiştir, biri hariç: Dr. Tarrasch! Herhalde turnuvaya katılmasını bu kadar keskince eleştiren Tarrasch’a karşı aldığı galibiyet Yates’e turnuva başarısızlığını unutturmuş olmalı:
“Büyük lokma ye, büyük söz söyleme” atasözünü haklı çıkaran bir anekdot! Fakat ilginç olan tam da Hamburg’ta buna şahit olmuş ve herhalde zevkle de izlemiş olan Nimzowitsch’in bir sene sonra San Sebastian’da aynı hataya düşmesi!
Bir rivayete göre hiç uluslararası turnuva kazanmamış Capablanca’nın nasıl olup da 1911 San Sebastian Ustalar Turnuvası’nda oynayabildiğini sorgulayan Bernstein ve Nimzowitsch turnuvadan önce organizatöre yazılı bir dilekçe verir, ancak araya giren Marshall, ki o Capablanca’nın ne derece kuvvetli olduğunu elbette 1909’da oynadıkları maçtan biliyordu, Capablanca’nın turnuvaya dahil edilmesini sağlar. Bununla ilgili açıkçası 1911’deki dergilerde bir şey bulmak mümkün değil ancak Capablanca’nın yakın zamanda Selim Gürcan’ın çevirisiyle Türkçesi de yayınlanan”Satranç Kariyerim” kitabında Dr. Bernstein’ın turnuvaya katılmasına karşı çıkan oyuncular arasında olduğunu yazdığını hatırlarsak Nimzowitsch’in de bu isimlerden biri olması kuvvetle muhtemel görünüyor, o yüzden bunun doğruluğuna inanmamak için bir sebep olmadığını söyleyebiliriz.
Capablanca, San Sebastian’da ilk turda en ünlü kombinezonlarından biriyle Dr. Bernstein’ı, sekizinci turda da kale ve iki filiyle güzel bir mat konumu dizerek Nimzowitsch’i yener. Bu ilginç mücadelenin son safhası dikkate değer:
Böylece tıpkı Tarrasch gibi hasmı Nimzowitsch de bir anlamda kibrinin bedelini öder (elbette Bernstein’ı da bu listeye eklemek gerekiyor). Her iki ustanın da kendini beğenmiş duruşlarının bu tutumlarında etkili olduğu söylenebilir elbette ancak öte yandan o dönemde ustaların “mesleğin” onurunu korumak adına prensipler üzerinden savaş verdiği göz önüne alındığında bunun altında ilkesel bir duruş da pekâlâ aranabilir.
Son olarak herhalde şairin sorusunu yinelemek yerinde olur:
“Tarihi tekerrür diye ifade ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”