“Tuhaf ama gerçek; çünkü hakikat tuhaftır her zaman;
Kurgudan da tuhaf; eğer anlatılabilseydi,
Romanlar bundan ne kazançlı çıkardı!”
Lord Byron (“Don Juan”)
Byron eğer günümüzde yaşasaydı yine böyle yazar mıydı? Emin değilim. Artık hakikat diye bir şeyin varlığından söz etmek mümkün değil, farklı kurgulardan bahsedebiliyoruz sadece. Zira dilin, zihnimizin veya nesnel dünyayı algıladığımız duyularımızın bize esasen bir kurgu yahut hakikatin çarpıtılmış bir temsilini sunduğunu zaten Antik Yunan’dan beri biliyorduk ama bunu gerçek anlamda içselleştirip toplumsal hayatı düzenleyen bir ilke olarak kullanmaya başlamamız ancak yakın zamanlarda oldu. Hakikatin tuhaflığı da aslında bundan ileri geliyor, ifade edemememiz ve hiçbir zaman bütünüyle kavrayamamamız ona mistik karakterini kazandırıyor. Böylece kurgu hakikatin yerini alırken, hakikat adeta gnostik bir yerde konumlanıyor ve giderek kurmaca bir karakter kazanıyor.
İtalyan yazar Paolo Maurensig’in Teoria della ombre (“Gölge Teorisi”) adlı romanı da işte bu hakikat-kurgu ikiliğinde gidip gelen ve Byron’ın asla ulaşılması mümkün olmayan hedefine olabildiğince erişmeye çalışan bir eser. Maurensig, dördüncü dünya şampiyonu Alexander Alekhine’in Portekiz’deki son günlerini ve gizemli ölümünü titiz bir araştırmayla hakikate yakınsayarak anlatmaya çalışıyor, öyle ki romanı yer yer bir Alekhine biyografisi şeklinde okumak da mümkün. Örneğin romanda Alekhine’in Nimzowitsch’e yönelttiği eleştiriler hemen hemen birebir olarak Alekhine’in Pariser Zeitung’ta çıkan “Yahudi ve Aryan Satrancı Üzerine” başlıklı haklı olarak kötü bir şöhrete sahip makalesinden alıntılanmış. Saemisch’in Hans Frank ile dostane ilişkilere sahip Alekhine’in Przepiorka’nın katlini engellemediği yönündeki suçlaması, romanda Alekhine’in otele gelen kadın gazeteciye verdiği röportajda eski eşleri Barones Anna von Severgin, Anneliese Ruegg, Nadejda Fabritskaya ve tabii Tokyo’da verdiği bir simultanede tanıştığı son eşi Grace Wishaar ile ilgili anlattıkları vb. birçok ayrıntı da biyografik veya belgesel kaynaklara dayanıyor.
Maurensig’in bu çabası elbette takdire şayan ve romanı satrançseverler için daha da ilgi çekici kılıyor zira satrancı konu alan roman veya filmlerde yapılan hataların ne kadar gözümüze battığı malum. Ancak şahsen büyük tarihsel romanlarda bu noktada ince bir dengenin olduğunu düşünüyorum, yazarın yaptığı araştırma okurun gözüne batmamalı ve kurgunun önüne geçmemeli. Julian Barnes’ın Şostakoviç’i konu alan The Noise of Our Time’ında da düştüğünü gözlemlediğim bir hatayı yapıyor Maurensig, araştırmasını bize aktarmada fazla aceleci ve bilgiç davranıyor. Bu açıdan eserin iyi bir roman olmayı kıl payı ıskaladığını söyleyebilirim ama bu yine de Alekhine’in partileri ile büyümüş bir satrançsever olarak romandan fazlasıyla zevk almamı engellemedi elbette ve biraz yüzeysel bir bilgiye sahip olduğum şampiyonun gizemli ölümüne dair beni daha fazla okumaya sevk etmesi açısından Maurensig’e kesinlikle bir teşekkür borçluyum.
İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Alekhine
Alekhine’in Avrupa’nın batı ucunda, Atlantik kıyısındaki Estoril’deki günlerini anlayabilmek için şampiyonun İkinci Dünya Savaşı yıllarını bilmek gerekir. Savaş başladığında Buenos Aires’te 1939 Satranç Olimpiyatı’nda -Fransa adına- oynayan şampiyon, Albert Becker’in aktardığına göre Olimpiyat boyunca Almanlara karşı düşmanca bir tutum sergilemiş hatta Almanya’nın birincilik mücadelesindeki rakipleri Polonya ve Arjantin karşısında bilerek oynamamıştır. Birçok oyuncunun aksine savaşa rağmen Ocak 1940’ta Avrupa’ya geri dönen Alekhine’i, Lizbon’da geçirdiği kısa bir sürenin ardından Fransız ordusunda astsubay olarak görürüz. Rusça, Fransızca, Almanca ve İngilizce bilmesi nedeniyle istihbaratta tercüman olarak değerlendirilen Alekhine, Haziran ayında Fransa’nın işgali sonrasında Lizbon’a ve oradan da Amerika’ya gitmek amacıyla Marsilya’ya geçer. Fransa’dan çıkışına izin verilmemesi nedeniyle özel bir pasaport edinmek için uğraşan şampiyon bunda başarısız olunca mecburen işgal altındaki Paris’e geri döner, yurtdışına çıkış izni için bir sene bekleyecektir. Bu arada eşi Grace Wishaar’ın şatosuna Naziler el koyar ve Alekhine büyük olasılıkla hem Yahudi kökenleri olan ve çıkış izni alamayan Amerikalı eşi Grace Wishaar’ı hem de gayrimenkullerini korumak adına Vichy Hükümeti ve Nazilerle iş birliğine gitmek zorunda kalır.
Mart 1941’de Pariser Zeitung’ta “Yahudi ve Aryan Satrancı” başlıklı altı bölümlük bir makalesinin yayınlanması aslında Alekhine için sonun başlangıcıdır. Bu makalelerde korkunç bir antisemitizm ile Nimzowitsch başta olmak üzere Yahudi satranççılara ve onlara atfedilen savunmayı önceleyen, risk almayı sevmeyen satranç anlayışına -Nimzowitsch’in profilaksi veya yoğun koruma kavramları başta olmak üzere- saldırılmaktadır. Makaleler satranç dünyasında ve genel kamuoyunda bir şok etkisi yaratır ve Alekhine’in bir işbirlikçi olarak damgalanmasına yol açar.
Nihayet Nisan 1941’de, herhalde bir ödül olarak, savaşta tarafsız kalmayı seçen Salazar diktasının hüküm sürdüğü Portekiz’e -kendisini okyanusun öte yakasına götürebilecek bir transatlantiğe binebileceği Lizbon’a- gidebilir. Fakat ABD’ye vize almayı büyük ihtimalle yayınlanan makaleleri yüzünden başaramaz ve 1927’den beri yokuşa sürdüğü ancak artık Avrupa’dan tek kaçış umudu olan Capablanca ile bir rövanş maçı için sürdürdüğü görüşmeler de sonuçsuz kalır. Kaçış planları suya düşen şampiyon, Reich’ın satranç organizatörü Ehrhardt Post’un davetiyle Nazi turnuvalarında oynamaya başlar.
1941-43 arasında Salzburg, Prag, Krakow, Münih, Varşova gibi Üçüncü Reich topraklarındaki şehirlerde Keres, Bogolyubov, Schmidt, Junge, Stoltz gibi ustalarla birlikte turnuvalar oynayan – çoğunu da kazandığını ekleyelim- ve bu arada Polonya Genel Hükümeti’nin başındaki Hans Frank ile dostane ilişkiler geliştiren Alekhine, 1943’te İspanyolların davetiyle Madrid’e gider. İspanya’da da turnuvalara katılmaya devam eder ama oyun seviyesinde bir düşüş göze çarpmaktadır. Bu arada sonradan büyükusta olacak genç Pomar’a dersler verir ve onun için özel bir kitap bile yazar.
Mayıs 1945’te savaşın Müttefikler lehine sona ermesiyle Alekhine, tıpkı 1917’den sonra olduğu gibi kendini bir kez daha yanlış tarafta bulur, Nazi işbirlikçisi yaftası peşini bırakmayacaktır. Temmuz 1945’te Gijon’da Antonio Rico’ya, Eylül’de Caceres’te oynanan turnuvada Portekiz şampiyonu Francisco Lupi’ye geçilir. Aralarındaki oyunu kazanan Lupi, bu turnuva zaferini “acı bir hatıra” olarak niteleyecektir, zira Alekhine’in içinde bulunduğu depresyon ve aralarındaki oyunda adeta intihar edercesine oynaması genç Portekizliyi üzmüştür. Francisco Lupi, aynı zamanda Alekhine’in son günlerindeki tek dostudur.
Nazilerle olan geçmişi nedeniyle persona non grata haline gelen Alekhine için İspanya’daki durum hem politik hem de finansal olarak kötüleşmektedir ve şampiyon Caceres’teki turnuvadan biraz sonra tekrar Portekiz’e gelir, Lizbon yakınındaki turistik bir belde olan Estoril’e yerleşir. Kış nedeniyle oteller boştur ve personel sayısı azaltılmış Hotel do Parque’ta adeta yapayalnızdır. Fransa’daki eşi Grace ile arası açılmış ve cebinde hiç parası kalmamıştır, Lupi’nin yardımlarıyla geçinmektedir. Tam bir psikolojik çöküntü içindedir, üstelik tüm hayatı boyunca kendini bırakmayan alkol alışkanlığı da artarak devam etmektedir.
Savaşta alınan zaferi kutlamak adına düzenlenen Londra’daki turnuvaya -Steiner kazanacaktır- aldığı davet onu önce sevindirir ancak daha sonra Nazilerle olan geçmişi nedeniyle organizatörün daveti iptal etmesi şampiyonun morali üzerine yıkıcı bir etki yapar. Yine de son anda bir ümit ışığı görünür: Botvinnik ile İngiltere’de oynanacak bir unvan maçı!
1939’da da unvan maçı görüşmelerinde bulunduğu Mihail Botvinnik federasyonu aracılığıyla bir unvan maçı talep etmektedir, Mart ayı başında Britanya Satranç Federasyonu’ndan gelen bir telgraf ile Alekhine bilgilendirilir. Depresif ruh halinden çıkan şampiyon hemen hazırlıklara başlar. Ancak 5 Mart’ta Churchill’in “demir perde” terimini siyasi literatüre sokan ve Sovyetler ile uydu devletlerini düşman ilan eden konuşmasından sonra şampiyon maçın gerçekleşmeyeceği düşüncesine kapılır. Buna karşın 23 Mart’ta Britanya Satranç Federasyonu İngiltere’de oynanacak bir unvan maçına sponsor olmayı kabul eder ve Alekhine’e telgraf gönderir. Fakat şampiyon daha telgrafı alamadan 24 Mart sabahı odasında ölü bulunur. Yapılan otopside ölüm nedeni gırtlağına takılan bir et parçası nedeniyle boğulma olarak belirlenir. Naaşı 23 gün sonra geçici olarak Portekizli bir satranççının mezarına defnedilir fakat günümüzdeki istirahatgahı olan Paris’teki Montparnasse Mezarlığı’na nakli için 1956’yı beklemek gerekecektir.
Şüpheli Ölüm ve Komplo Teorileri
Alekhine’in 1939’dan ölümüne dek olan hayat hikayesinin kısa özetinden sonra herhalde niye ölümüne dair komplo teorilerinin çıkabileceği anlaşılır. Zira birçok ülkede, özellikle de Fransa’da, Naziler ile iş birliği yapanlar ortadan kaldırılmaktadır ve Alekhine’in Pariser Zeitung’ta antisemitik makaleler kaleme alan ve Hans Frank, Goebbels gibi en üst düzeydeki isimlerle bir arada bulunmuş biri olarak intikam listelerine girmiş olması gayet muhtemel. Ayrıca Botvinnik ile yapacağı unvan maçının kesinleşmesinden hemen sonra ölü bulunması da şüpheli bir tesadüf olarak nitelendirilebilir. Sadece bu kadarla kalsa komplo teorilerine gülüp geçebilirdik ancak otopside yapılan maddi hatalar, kimi çelişkili ifadeler, Portekiz Gizli Servisi PIDE (Polícia Internacional e de Defesa do Estado : Uluslararası ve Devlet Güvenlik Polisi) de işin içine girince karşımıza iyi bir polisiyeyi aratmayacak kadar gizem çıkıyor.
Alekhine’in ölümüne dair başlıca araştırma Portekizli bir sanat tarihçisi ve satrançsever olan Dagoberto Markl’a ait. Markl’ın 2001 tarihli Xeque-Mate no Estoril (Estoril’de Şah Mat)adlı kapsamlı çalışmasına erişmem mümkün olmadı ancak COVID-19 salgınının ardından mutlaka Portekizli bir arkadaş vasıtasıyla edineceğim. Şimdilik Edward Winter ve Kanadalı büyükusta Spraggett’in blogunda aktardıklarıyla yetinmek zorundayım.
Komplo teorilerinin başlangıcı esasen Portekizli gazeteci Artur Portela’nın 15 Nisan 1946 tarihinde Diario de Lisboa gazetesinde yayınlanan O segredo do Quarto 43; A morte misteriosa de Alexandre Alekhine (43 Numaralı Odanın Sırrı: Alexandre Alekhine’in Gizemli Ölümü) başlıklı makalesine dayanıyor. Bir dizi ilginç noktaya değinen Portela, 22 Mart gecesi Alekhine, Francisco Lupi ve bir başka Portekizli satranççı olan Jose da Costa Moreira’nın Lizbon’da bir bara gittiğini ve -öldüğünde üzerinde olanla aynı olması muhtemel- paltosunu burada kaybettiğinden bahsediyor. Burada Portela’ya göre gizemli bir şekilde kaybolan ve sonra tekrar ortaya çıkan palto kadar ilginç bir başka detay Moreira zira Francisco Lupi, Ekim 1946’da Avustralya dergisi Chess World’e yazdığı yazıda üçüncü bir kişinin varlığından bahsetmiyor. Bu basit bir unutkanlık veya bahsetmeye gerek duyulmayan bir ayrıntı olarak pekâlâ açıklanabilir ama Spraggett’e göre Moreira’nın aynı zamanda PIDE üyesi olduğu dikkate alınınca şüpheli bir nitelik kazandığı kesin.
Portela yazısında başka dikkat çekici noktalardan da bahsediyor. Otelin Alekhine’in odasındaki mobilyaların hepsini dışarı çıkardıktan sonra odanın numarasını değiştirmesi veya Alekhine’in ilk büyük başarısı St. Petersburg 1909’daki şampiyonluğunun ardından Çar II. Nikolay’ın hediye ettiği ve Estoril’e kadar bir uğur olarak yanında taşıdığı Sevr vazosunun odada kırılmış bir halde bulunması gibi -başka kaynaklar,tanıklar ve ölümünden sonra çekilen fotoğraflarca doğrulanmayan- ayrıntılar Portela’nın üstü kapalı olarak ima ettiğine göre üzeri örtülmeye çalışılan bir cinayete işaret ediyor.
Ölümünden sonra çekilen fotoğraflar ve yapılan otopside de Spraggett’in büyük ihtimalle Markl’a dayanarak işaret ettiği ilginç hususlar söz konusu. Alekhine’in önünde bir satranç tahtası ve tabaklar olmak üzere başı yana eğik oturur vaziyetteki meşhur ölüm fotoğrafını çeken Luis Lupi, Associated Press Portekiz için çalışmakla beraber aynı zamanda Francisco Lupi’nin üvey babası ve bir PIDE üyesi! Üstelik fotoğrafta en az bir adet manipülasyon olması kuvvetle muhtemel görünüyor. Francisco Lupi’nin -Spraggett’in Portekizli satranççı Rui Nascimento’dan naklettiği şekliyle- Rui Nascimento’ya itiraf ettiği gibi eğer satranç tahtası fotoğraf için yerleştirilmişse Lupi’nin fotoğraf için daha neleri değiştirmiş olabileceği gibi bir soru akla geliyor. Tabii fotoğrafta -kırık veya değil- Sevr vazosunun yokluğu da tıpkı Alekhine’in üzerindeki palto gibi dikkat çekiyor. Belki vazo kırılmış ve temizlenmiş olabilir ama Mart ayı sonunda Estoril’de -ki ortalama sıcaklık 20 derece civarı- odada paltosunu çıkarmadan oturuyor olması şüphe uyandıran ve Alekhine’in dışarıda tabancayla vurularak öldürüldükten sonra otele taşındığı ve paltosunun giydirildiği şeklindeki komplo teorisine dayanak sağlayan önemli bir ayrıntı.
Son olarak Dr. Asdrubal d’Aguiar ve ona yardımcı olan Dr Antonio J. Ferreira’nın 27 Mart’ta yaptığı otopside de bazı karanlık noktalar var. Spraggett’in de belirttiği gibi kronik gastrit, asteriyoskleroz ve duodenit izlerinin not edildiği raporda alkol bağımlılığı nedeniyle yıpranmış ve hatta 1945’te Gijon’da muayene olduğu doktorun aşırı bir büyüme tespit ettiği Alekhine’in karaciğerinden bahsedilmemesi enteresan. Daha da hayret verici olan ise Dr Antonio J. Ferreira’nın aslında bir veteriner olması! Üstelik olaydaki birçok karakter gibi PIDE’ye mensup, bu da veteriner doktorun otopside aslında bir PIDE görevlisi olarak bulunduğunu düşündürüyor. Ferreira’nın daha sonra arkadaş arasında Alekhine’in aslında bir cinayete kurban gittiğini itiraf ettiği gibi bir söylentinin var olduğunu da ekleyelim.
Peki eğer Alekhine bir cinayete kurban gittiyse kim şampiyonu öldürtmüş olabilir? Birçoklarına göre Botvinnik ile unvan maçının kesinleşmesinin hemen ardından olayın gerçekleşmesi emrin Sovyetlerden geldiğine işaret ediyor zira Sovyet bürokrasisi içerisinde -bir hain ve Nazi işbirlikçişi olan, anti-Sovyet beyanatları 1920’lerden beri bilinen- Alekhine ile yapılacak bir unvan maçına karşı olanların -Boris Veinstein başta olmak üzere- olduğunu biliyoruz. Öte yandan Naziler ile işbirliği yapanları savaş sonrası ortadan kaldıran Fransız direnişinin bunu yapmış olabileceği gibi bir teori de var, eğer Alekhine unvan maçı için İngiltere’ye gidecek olursa işleri zorlaşacağı için ellerini çabuk tutmak zorunda hissetmiş olabilirler. Son olarak Portekiz’deki Salazar rejiminin Alekhine’i öldürtmek için herhangi bir motivasyonu yoksa da olayın üzerini örtüp uluslararası bir skandala yol açmamak isteyeceklerini düşünmek de pekâlâ akla yatkın görünüyor.
Otopsinin belirttiği gibi gırtlağa takılan bir et parçasının yol açtığı bir kaza mı yoksa bir cinayet mi? Belki de bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Eco’nun Foucault Sarkacı’nda ustaca anlattığı gibi aslında çoğu zaman olayların basit ve komplo teorilerine ihtiyaç duymayan açıklamaları vardır ama bu bizi gerçeğin çölüne göre oldukça renkli görünen kurguların çekiciliğine kapılmaktan alıkoymaz. Ama yine de çoğu zaman hakikat ve kurgunun birbirine karıştığını da unutmayalım, hele de Platon’un mağarasındakiler gibi gölgeleri hakikat zannediyorsak. Başka türlüsü kusursuz bir simülasyona öykünen renksiz bir dünya olurdu, bizim hermeneutik dünyamızda ise bazen bir roman kuru bir araştırmaya göre hakikati anlamada bize daha fazla yol gösterebilir.
Faydalanılan Kaynaklar
Kevin Spraggett’in konuyla ilgili iki bölümlük yazısının mutlaka okunması gerekiyor:
1. Bölüm: http://www.spraggettonchess.com/part-1-alekhines-death/
2.Bölüm: http://www.spraggettonchess.com/part-2-alekhines-death/
Satranç tarihçisi Edward Winter’ın “Alekhine’s Death” başlıklı makalesi de iyi bir kaynak taraması içeriyor:
https://www.chesshistory.com/winter/extra/alekhine3.html
Yine Winter’ın “Was Alekhine a Nazi?” başlıklı yazısına göz atmak da faydalı olacaktır:
https://www.chesshistory.com/winter/extra/alekhine.html
Müller & Pawelczak (1953), Schachgenie Aljechin: Mensch Und Werk, Verlag Das Schach-Archiv
Moran P. (1972), Agonia de un Genio: A. Alekhine
Portela’nın makalesi için 15 Nisan 1946 tarihli Diario de Lisboa gazetesi